Daha 7 yaşındaydım, sanırım 3. sınıftaydım. Evde sıkılıyordum çünkü annem ve babam çalışıyordu. Eve geldiğimde genellikle babannem, anneannem ya da annem benimle ilgileniyordu, ama benden oldukça büyük oldukları için oyun oynamak keyif vermiyordu. Ben, benim gibi bir çocukla oyun oynamak istiyordum, bir kardeşim olmasını çok istiyordum.
Bir çarşamba günüydü, sabah uyandığımda ev boştu. Ben küçük bir çocuktum ve bu durum beni korkutmuştu. Ancak salona gittiğimde dedemin beni beklediğini gördüm ve rahatladım. Hemen hazırlandım ve hastaneye gittik. Hastaneye gittiğimde bütün aile oradaydı. Beni sıkılırım diye aşağı kattaki bir odaya götürdüler. Odada televizyon ve koltuklar vardı. Orada yaklaşık iki saat televizyon izlediğimi ve biraz da telefondan oyun oynadığımı söylüyor annemler.
Tekrar yukarı çıktığımda içeri minik bir puset getirildi. Kardeşimi gördüğümde hayatımda gördüğüm en güzel ve tatlı şey olduğunu düşündüm. Minicik elleri ve ayakları gerçekten çok tatlı duruyordu. Buna rağmen, ağzımdan çıkan ilk sözcük ‘çirkin’ olmuştu. Hatırlıyorum, videosu da var. Bana “Kim hatırlamıyorsun, çirkin dersen nazar değmez.” demişti ve ben de çocuk aklımla inanmış, bunu söylemiştim.