Gölümüzün Kaynağı

“Aşk nedir anne?” diye sordu küçük çocuk. Etrafındakilerin birbirlerine öyle seslendiğini duymuştu, o da söyleyebilmek istiyordu. Annesini işini bıraktı ve çocuğa döndü, “Düşünelim bakalım… Aşk birine duyduğumuz güçlü bir sevgidir. Mesela baban bana aşkım der çünkü biz birbirimizi çok seviyoruz.” diye cevapladı. Kafasını anladığını belirtir şekilde salladı ve “Sen benim de aşkımsın anneciğim.” diyerek güldü. “Ah benim saf oğlum… Sen öyle ancak senin özel kişine seslenebilirsin. O özel kişi senin kalbini ayrı bir şekilde mutlu eden biri olacak, onunla tanıştığında anlayacaksın zaten. Söz veriyorum.” derken oğlunun omzunu sıvazladı Monza’nın annesi. Monza biraz düşündükten sonra yanıtladı: “Sanırım öyle biri var anneciğim.”.

 

Ganye sessiz bir tipti, çekingen belki. Teneffüslerini diğerleri ile konuşmak yerine okulun bahçesindeki tavuklarla geçirirdi, okuldan sonra da babasının yanında koyunlara çobanlık yapardı. Sınıfındaki diğer çocuklarla pek konuşmuyordu, etrafa yaydıkları enerji onun için biraz fazlaydı. Hem zaten onlar da Ganye ile konuşmak istiyor gibi değildi, biri dışında: Monza. Rastgele anlarda yanına bitiverirdi oğlan, neden Ganye de bilmiyordu.

 

-Hey Ganye! Bugünün nasıl gidiyor? Anlatacak ilginç bilgin var mı?, diyerek sıraladı sorularını.

-Çok ses yapıyorsun Monza, biraz sakin olsana.

-Özür dilerim rahatsız ettiysem.

-Hayır, sen beni rahatsız etmiyorsun, sadece alışık değilim.

 

Monza’nın gülümsemesiyle Ganye gününü anlatmaya başladı. Erken kalkıp çobanlık yapmaya gitmişti, kendi kuzularıyla oynamış ve annesine fasulye ayıklamada yardım etmişti. Ganey sözünü bitirince Monza hevesli hevesli o günkü oynadığı futbol maçını anlatmaya başlamıştı. Her gün hemen hemen aynı şeyi anlatırdı ve çoğu zaman Ganye anlattıklarını hayal edemezdi ama Monza’yı dinlemek hoşuna giderdi.

 

Genç Ganye günbatımı ışığında bahçesiyle uğraşıyordu. Yıllardır uğraşıyordu bununla ve ürünleriyle de gurur duyuyordu. “Monza nerede kaldı acaba?” diye düşündü, çoktan onu görmeye gelmiş olmalıydı ki geç bile olmuştu. Hafiften endişelenmeye başlarken içini rahatlatan o sesi duydu: “Ganye!”.

-Nerelerden kaldın aptal, beni endişelendirecektin.

-Özür dilerim, özür dilerim. Düşünmem gereken şeyler vardı.

-Neymiş bakalım bunlar? Gel, oturup konuşalım.

 

Yakınlarındaki bir ağaç kütüğüne oturdular, günbatımına bakıyorlardı. Etrafta rastgele hışırtılar dışında ses yoktu.

-Güzel ha.

-Evet Monza, öyle. Ama seni içlendiren bir şey var. Paylaşmak ister misin?

-Aşk nedir senin için Ganye?

Soru ona ani gelmişti, hiç ama hiç düşünmesine gerek kalmamıştı bu konuyu; köydeki hiçbir kız onun ilgisini çekmiyordu, o yüzden annesinin ona aşk diye öğrettiği şeyi bulmadığını düşünüyordu. Ama eğer ki bir kız olacaktı ki ne kadar süre onunla beraber olsa bile ondan yorulmayacak, ona âşık olurdu sanırsa. Monza’nın yorgun görünen gözlerine baktı ve tekrar düşündü; Monza olabilir miydi onun aşkı? Olabilirmiş gibi geliyordu Ganye’ye, dostluklarının yıllar geçtikçe sıkılaşmasıyla hayatına gitgide renk katılıyordu ama yanlış da geliyordu annesi hep ona güzel kızlardan bahsediyordu, zeki kızlardan da. Monza’ya âşık olduğu düşüncesi yanlış geliyordu…

-Daldın gittin bakıyorum.

 

Monza’nın sesiyle kendine geldi Ganye.

-Ahaha… Bilmiyorum ki adamım. Annem bana sürekli zeki ya da güzel bir kızla yakın olmamdan bahsediyordu. Hiçbir kıza karşı da âşık olamadığımdan, gerçekten bilmiyorum.

-Benim annem yanında olduğunda kalbin mutlu oluyorsa ve o kişi senin için gerçekten özelse ona âşık olduğumu söylüyordu.

-Seninki en azından seni daha rahat bırakmış ha.

-Ve nasıl söyleyeceğim tam emin değilim ama…

-…

-Benim aşkım sen olabilir misin?

Ganye’nin gözleri dolmuştu ve yüzünü Monza’nın koluna gömmüştü.

 

-Senin de böyle hissettiğin için öyle rahatladım ki, sesi titriyordu.

-Ganye!

-Ama endişeleniyorum Monza bu köydeki hiçbir erkek başka bir erkeğin aşığı değil ve annenin dedikleriyle sadece yanlış geliyor.

-Şu an onlardan hiçbiri umurumda değil, sadece sensin ve senin için her şeyi yapmaya hazırım.

 

O kütükte uzun bir zaman oturdular. Birbirlerinin varlığı için mutlu oldular, beraberliklerinin verdiği o tatlı duyguyu hissettiler. Ganye kafasını kaldırdığında o günlük ayrılıp yarın buluşma sözü verdiler.

 

 

Ganye tatlı bir heyecanla uyandığı bu günde sevdiceğini hırpalanmış bir şekilde bulacağını düşünememişti. Gerçek şuydu ki Monza kavgadan çıkmış gibi ve iyi görünmeyen bir şekilde kapısındaydı.

-Ne oldu sana böyle!? İyi misin?

-Babamla tartıştım biraz. Anlattıklarımı beğenmedi görebileceğin üzere.

-İçeri gir hemen.

 

Ganye’nin odasına geçip biraz pansumandan sonra Monza olanları anlatmaya başladı. Annesi Monza’yı duyduğunda şok geçirmişti, ona yanıldığını söyleyip babasına bahsetmemesini tembihlerken babası gelmişti. O da hoş karşılamamıştı, hatta daha kötü. Monza’ya delikanlı oğlunun başka bir erkeği sevmesinin ne kadar da gurur kırıcı olduğunu söylemişti. Monza söylediklerinde ısrarcı kalınca üzerine yürüyüp onu hırpaladıktan sonra evden atmıştı.

-Bunları yaşadığın için özür dilerim.

-Önemi yok, sen hâlâ yanımdasın ve bu beni iyi hissettiriyor.

Biraz sarıldıktan sonra Monza doğruldu.

 

-Senin ailene de söylememiz lazım.

-Ama ya onlar da hoş karşılamazsa.

-Büyük ihtimal, ama çok sonra karşı çıkarlarsa daha kötü olur. Hadi, kalk.

-Neler diyorsun sen Ganye!

Ganye’nin annesi de hoş görmemişti durumu.

 

-Oğlumdan uzaklaş Monza, seni pis iğrenç adam! Oğlumun düşünceleri ile oynamışsın!

-Anne hayır!

-Sen odana git genç adam!

Babası Ganye’yi odasına çekiştirirken ve annesi Monza’yı kapıya doğru iteklerken ikisi son bir kez göz göze gelebildi.

 

Ganye ancak birkaç gün sonra odasından kaçabilecek enerji ve cesareti bulabilmişti. Hiçbir şekilde Monza’yı görememişti ve endişesi onu öldürüyordu. Camından atladı ve Monza’nın evine doğru koştu. Orada değildi, oraya hiç geri dönmemişti. Orada bulunan rastgele insanlara sormaya başladı, hiç kimse biliyordu. Sadece biri dağlara çıkan ters yoldan birinin yürüdüğünü görmüştü. Neden olmasın diye düşündü, köyden de uzaklaşmak istiyordu zaten. Yürüdü, saatlerce yürüdü; ağlıyordu da, artık kendini tutamamıştı: “Nerelerdesin sevgilim?..”.

 

Yolunun sonu dağın yamacı oldu. Orada yığılıp kaldı. Ölecekmiş gibi hissediyordu, hiç enerjisi kalmamıştı ama hâlâ gözlerinden yaşlar akıyordu. Karşısındaki dağdan akan şelaleye baktı, “En azından bu güzel manzarada geçip gideceğim.”. Gözyaşları akmaya devam ediyordu…

 

İki genç bir daha evlerine dönmedi. Onların kaybolmasıyla beraber köyün yakınlarında doğaüstü güzellikte bir göl birikmişti. Çocuklarını kaybetmiş olmanın pişmanlığındaki aileler göle çocuklarının adlarını koymak istediler ve böylece günümüzdeki Mogan Gölü oluşup ismini almış olur.

(Visited 73 times, 1 visits today)