“Gökyüzüne bak, ne görüyorsun? Yıldızların, güneşin ve hatta ayın arkasında bir şey var, fark ettin mi?”
Okul gezilerinden nefret ederim. Bir sürü çocuk bağıra çağıra arkadaşlarıyla bir o yana bir bu yana savrularak ilerler. Ben sadece aradaki gülüşmeleri duyabilirim. Böyle hissetmemin sebebi birlikte gezecek arkadaşım olmaması da olabilir. Geziler öğretici olmaktansa yorucu bir zaman kaybı gibi gelir. Bu yüzden yemek molası verildiği an kendime güzel bir köşe bulup dinlenirim. Okulumuz genellikle bizi bağ bahçe gezdirdiği için bir ağacın altına oturup rüzgarı yüzümde hissetmek için yeterli zamanı bulabiliyorum.
Herkesin arkadaşlarıyla konuşup gülüştüğü bir ortamda yalnız olmak rahatsız ediyor mu, derseniz pek değil açıkçası. Şaşırtıcı bir şekilde şu ana kadar bana sataşan, zorbalık yapan hatta yan gözle bakan bile olmadı. Sadece kendi halimde yaşıyorum işte. Dışlanıyorum diyemem ama kabul edilmediğim kesin. Filmlerde genellikle sınıftaki iki yalnız dışlanmış çocuk arkadaşlığı birbirlerinde bulur ve ömür boyu dost kalır, değil mi? Ben ve Yankı için aynı şeyi pek söyleyemeyiz. Ben biraz daha kendi iç dünyamda yaşayan biriyim, Yankı ise yaşam belirtisi göstermeye bile üşenen biri. Bazen yan yana oturduğumuzda konuşma başlatmam gerekiyor mu, diye düşünüp kıza bakıyorum ama donuk bir surattan başka bir şey görmüyorum. Kendi iç canavarlarıyla mı savaşıyor acaba? Neyse, günün sonunda beni ilgilendiren bir şey değil.
O gün yine kendi halimde oturmuş bulutları izliyordum. Okul gezimiz bu sefer bir buğday tarlasına olmuştu. Çiftçilerin hangi koşullar altında çalıştığını bilirsek daha kolay empati kurabilirmişiz. Çoğu kız ve oğlan buğdayların arasında kovalamaca oynuyordu. Genellikle aklımda hep düşünecek bir şey ya da yazacak bir hikaye olurdu, ama o gün nedense bomboş hissediyordum. Bu sefer bir meşe ağacının altına oturup gökyüzündeki bulutları izlemeye başladım. Gökyüzü güneşli bir halden hafif bulutlu bir hale geçiyordu.
“Bir bulut olsaydın insanların üzerine yağmur yağdırmak ister miydin?” Arkamdan sakin ve sessiz bir sesle bu soruyu duyduğumda düşüncelerim bölündü. Yankı yanıma oturdu ve sorusunun cevabını almak istiyormuşçasına suratıma bakmaya başladı. “Bu kız niye benimle konuşuyor ki? Bu işin içinde bir iş var ama neyse, ortaya çıkar. Şimdilik olabildiğince normal olmalıyım.” diye düşünürken kızın hala bana baktığı aklıma geldi.
“Bilmem ki… sanırım isterdim. Çünkü insanlara yarayacak bir şey yapmak beni mutlu ederdi.”
“Eğer bir bulut olsaydım tüm gücümle buralardan uzaklaşırdım. Böylece belki daha mutlu olacağım bir yer bulurdum.”
Yankı her zaman bir robot gibi görünürdü ama sanırım içinde verdiği güçlü bir savaş vardı. Sözleri beni ürpertmişti ama ilk konuşmamızın kısa olmasını istemediğim için konuyu devam ettirmeye çalıştım.
“Ne zaman üzgün olsam bulutları günlük hayat şekillerine benzetmeye çalışırım. Sen de denemek istersin belki. Bak mesela, şuradaki bir balinaya benziyor.”
Yankı yukarı baktı. Gözleri sanki aradığı şeyi bulamamış gibi bir kasılıp bir gevşiyordu. Bir anda yüzünde bir gülümseme belirdi. Sanki o 5 yaşındaymış ve biri ona lolipop vermiş gibi aptalca gülümseyerek bir süre gökyüzüne baktı.
“Gökyüzüne bak, ne görüyorsun? Yıldızların, güneşin ve hatta ayın arkasında bir şey var, fark ettin mi?”
“Ben sadece bulut görüyorum. Sen neyden bahsediyorsun?”
“Mutluluk! Mutluluk görüyorum sonunda. Her şeyin arkasında umut görüyorum!”
Bu sözlerle kalktı ve koşmaya başladı. Ben söylediklerini anca sindirdikten sonra etrafıma baktım ve o, gitmişti.
Gezinin devamında onu görmedim. Önce endişelenmedim ama sonraki günler okula gelmemesi beni endişelendirmeye başladı. 1 haftadır onu görmüyordum ve bu garipti çünkü hiç ders kaçırdığı olmamıştı. Bugün ders bitiminde öğretmenin yanına gittim ve kızı sordum:
“Öğretmenim Yankı hasta mı? Neden gelmiyor?”
Öğretmenim sahte bir gülümseme ile bana baktı:
“Canım, Yankı maalesef aramızdan ayrıldı.”
“Nasıl yani? Nereye gitti?”
Öğretmenimin gözünden bir damla yaş aktı:
“Gökyüzünün ardına…”