Gökdelen

Şehrin ortasında yalnız bir dağ gibi yükselen, etrafındaki tüm binaları gölgesine mahkum eden bir gökdelenin girişine, içinde eğitimlerini henüz tamamlamış doktorları, bilim insanlarını ve birkaç laboratuvar teknisyenini taşıyan bir otobüs yanaştı. Dışı kalın camlarla kaplanmış bu gökdelen şehrin en gözde yeriydi, turistlerin özellikle ilgisini çeker, neden böyle devasa bir yapının inşa edildiğine anlam veremeyen bazı merakları insanları etrafında toplardı. Fakat bu insanları buraya çeken gökdelenin mimari açıdan etkileyici olması değildi, aksine, binanın içinde tutulduğu söylenen son teknoloji bilgisayar ve mikroskopların ünü, henüz hiçbir yerde üretilememiş denilen ilaç ve aşıların saldığı nam ile birlikte kulaktan kulağa yayılmış ve üniversitelerdeki saygın profesör ve akademisyenlerin bile böyle şeylerin gerçek olmadığını bildikleri halde kafalarını kurcalayan bir meseleye dönüşmüştü ki bu da içinde gizli araştırma ve deneylerin yürütüldüğü düşünülen gökdelenin şöhretini arttırmıştı.

O gün otobüsle yeni görevlerini ifa edecekler yere getirilen kafilenin içinde dedikodulardan ötürü içini bürüyen heyecanı gizlemekte zorlanan genç bir doktor da vardı. Kulaktan dolma bilgiler onu hiç tatmin etmediğinden böyle bir yerin varlığını keşfettiğinden beri burada yattığı söylenen sırları ortaya çıkarmak için gökdelene gireceği günü beklemişti. İşte, oradaydı. Yükselmekte olan güneş ışıkları yansıtan devasa camlarla kaplı gökdelen şimdi önünde yükseliyordu. Hayalinde her türlü işlerini tek başlarına halledebilen robotların yaptığı bilimsel araştırmaların yürütüldüğü, bembeyaz koridorlarda elinde raporlarla koşuşturan bilim insanları vardı, ve sonunda hepsini görmeyi umuyordu. Kendisi gibi heyecanlı meslektaşları ile gökdelene girdi.

Önce sıkı güvenlik önlemlerini geçmeleri gerekti, ki değerli vakitlerinin yaklaşık yarım saatlerini buna harcadılar, daha sonra gökdelenin ikinci katından başlayarak her odayı, odaların içindeki her önemli aleti edevatı detaylı bir şekilde öğrenmeye başladılar. Katlar o kadar genişti ki birkaç tane geniş laboratuvar sığdırılabilirdi, öyle büyük bir binadaydılar ki güneş batna kadar ancak yedi kat bitirebilmişlerdi ve genç doktor, tam bir hayal kırıklığıyla karşı karşıyaydı. O güne kadar düşlediği şeylerin hiçbiriyle karşılaşmamıştı, sadece sıradan araştırmaların yürütüldüğü bir binadan ibaretti artık içimde bulunduğu bu görkemli gökdelen. Bitmek bilmeyen kat turlarından tüm kafile gibi bıkmıştı fakat belki de hayatının hatası olacak bir karar verdi ve tam rehberleri ile asansöre doğru ilerliyorlardı ki kimseye fark ettirmeden gruptan ayrıldı ve merdivenleri kullanarak zemin kata kadar indi. Kapıdaki bir güvenlik  görevlisinden başka biri yoktu, gayet sessizdi. 

Hevesini alamamış genç doktor, hayal kırıklığının yarattığı hüzünle yavaşça çıkışa yönelmişken daha önce görmediği bir şey fark etti. Zemin katta, tam da giriş kapısının yanında sanki içeri girenler özellikle görmesin diye oraya konmuş demir bir kapı fark etti. Tatmin edemediği merak duygusu ve keşfetme isteği birden içini kaplayıverdi. Gözbebekleri aniden büyüdü ve heyecandan bacakları titremeye başladı. Arkası dönük güvenlik görevlisine yakalanmadan tüy kadar hafif adımlarla kapının önüne geldi ve üstündeki uyarıyı bir saniyeliğine de olsa okumasına rağmen içeri girdi. Soğuk beton duvara yapışıp sarmal bir merdivenden aşağı eteği zil çalarak indi. Merdivenin sonunda bir koridora ulaştı, burası binanın geri kalanı gibi beyaza boyanmamış, aksine siyahla süslenip kapkara bezenmişti. Koridor oldukça kısaydı, genç doktoru alçak tavanlı bir salona sürükledi ki genç doktor burada bir daha unutamayacağı şeyler gördü: Birkaç metre aralıklarla yan yana dizilmiş hasta yatakları ve kolları değişik sıvılarla dolu serum torbalarına bağlı sayısız insan. Salonun gerisinde daha ilginç şeyler vardı ancak genç doktor serum yerine konmuş rengarenk sıvılara bakakaldığından onu salonun bir ucundan izleyen bir hemşireyi görmedi bile. 

“Ne yapıyorsun burada? Kimsin sen?” Genç doktor kendisine yöneltilen bu sorular üzerine irkildi ve yanına gelmekte olan hemşireyi gördü. Hemen yanıtlaması gerektiğini hissederek: “Ben, yeni işe başladım. Hava almak için aşağı inmiştim ama sonra ‘Girilmez!’ yazan kapıyı ardına kadar açmış bulundum ve merdivenler beni buraya getirdi.” dedi. Karşısındaki hemşire ona bir iki saniye öylece baktı ve arkasında kavuşturduğu ellerindeki ufak bir kumandadaki kırmızı düğmeye bastı. Genç doktor saniyesinde orada biten güvenlikler tarafından bayıltılacak ve kendini gözlerini haftalar sonra yakın bir geçmişte boşalan bir hasta yatağında kolunun bağlandığı renkli bir seruma bakarken bulacaktı. Ancak bunlardan habersiz, o an, hemşireye gülümsemekle yetindi.

(Visited 209 times, 1 visits today)