Her sabah okula gitmek için aynı yoldan geçiyordu ama bu sabah her şey farklıydı. Gözlerinin önünde birdenbire beliren parlak, altın rengi bir kapı, onu başka bir dünyaya davet ediyordu. Yüzüne düşen perçemleri eliyle geriye attıktan sonra şaşkınlıkla kapıya bakmaya devam etti. Mina rutinlerini değiştirmeyi pek sevmezdi. Her gün aynı saatte kalkar, saçını aynı şekilde yapar, aynı kahvaltıyı eder ve aynı kestirmeden okula giderdi ve açıkçası bundan sıkıldığı da söylenemezdi hayatındaki monotonluğu ve birkaç saat sonra bile ne olacağını bilmeyi seviyordu. Şimdi ise her zaman geçtiği ara sokakta her zaman geçtiği saatte durmuş tüm yolu kapatan altın kapıya bakakalmıştı. Acaba yanlış sokağa mı girdim diye kontrol etmişti ancak hayır doğru sokaktaydı zaten gözleri kapalı bile olsa nereye gideceğini bilecek kadar çok geçmişti bu yollardan.
Titreyen ellerini kapıya uzattı. Kapı buz gibi soğuktu ama kapı kolu biraz daha sıcaktı belli ki birileri yeni dokunmuştu. Etrafına baktı ama kimseleri göremedi. Delirdiğini düşünmeye başladı son zamanlar da çok ders çalışıyor ayrıca dönem sonuna proje yetiştirmeye çalışıyordu. Hayliyle biraz az uyumuştu. Arkasına döndü ve hızla yürümeye başladı, zaten geç kalmak üzereydi, yorgunluktan kaynaklanan bir hayal gördüğüne artık adı gibi emindi.
Mina tüm gün sırasında oturdu ve hiçbir derse odaklanamadı, dönüşte uzun yolu kullandı. Eve girdiğinde ceketini ve çantasını yere fırlatıp hızlıca odasına gitti. Yatağına uzanıp sabah ki kapıyı düşünmeye başladı ancak uzun sürmedi, basit bir hayal olduğuna kendini ikna etti ve yarın sabah gene o yoldan giderek bunu kendisine kanıtlamaya karar vererek uzun bir uykuya daldı.
Ertesi sabah aynı saatte uyandı, saçını aynı şekilde yaptı, her zamanki kahvaltısını yaptı ve aynı yoldan gitmeye başladı. İşte! Kapı orada değildi, biliyorum der gibi bir ifadeyle arkasına döndü ancak yüzünün düşmesi çok uzun sürmedi. Kapı oradaydı. Bir anda arkasında belirivermişti. Korksa bile elini kapı koluna uzattı ve yavaşça açtı. Önünde upuzun, yemyeşil ve biraz da kasvetli bir orman vardı.
Mina tereddüt etti, önce saatine baktı ve ilk dersin başlamasına yarım saatten fazla olduğunu gördü. Bir girip bakmaktan zarar gelmezdi değil mi? İçeri doğru bir adım attı. Karşısındaki ormana uzun uzun baktı, tertemiz havayı içine çekti. Yerdeki toprak hafiften ıslanmış, kendine has bir koku yaymıştı. Ağaçlardaki kuşlar ara sıra cıvıldıyor bazen de birbirlerine doğru uçuşuyorlardı. Biraz ilerde küçük bir göl vardı. Tepedeki ufak açıklıklardan sızan gün ışığı göle yansıyor, berrak suya can veriyordu. Gölün etrafındaki ağaçlardan birinin dalına ahşaptan yapılmış halatları biraz eskidiği için saçakları çıkmıştı. Salıncağa oturdu ve hafifçe sallanmaya başladı. Daha sona derse geç kalabileceği aklına geldi. Hızla dışarı çıktığında derse yarım saat olduğunu fark etti. İçerdeki zaman dışardakine göre oldukça yavaş akıyordu.
Mina o kapıyı gören tek kişiydi. Ne zaman bunalsa ya da daralsa ormandaki gölün kenarına gider, salıncakta oturup bazen kitap okur bazense sadece düşünürdü. Ormanın, ormanın derinliklerini ve hatta ötesini keşfetmek içinse yeteri kadar vakti vardı.