Sonunda bu cehennemin kapılarından koşarak kaçıyorum. Üç ay; tam olarak 3 ay boyunca bir daha ne o şeytan boynuzlu öğrencileri görmek zorundayım, ne de bana ağır yükler taşıtan yığınla ödev veren hocaları. Şimdi uçsuz bucaksız sessiz küçük bir kasabada kafamı dinleme, yeni ve belkide gerçek, yapmacık olmayan insanlarla tanışma vakti.
Kalbimdeki hızlı, heyecan dolu atışlar sanki bir düğündeki davulun vuruşun kadar hızlı ve yüksek sesli. Arabanın içinde annemi beklerken sanki ilk kez yolculuğa çıkıyormuşum, yeni bir yer keşfetmeye gidiyormuşum gibi yerimde duramıyor, adeta bir sinek gibi oradan oraya uçuyordum. Annem arabaya bindiğinde bana olan bakışları bir çocuğun dondurma arabasına olan bakışlarıyla aynı heyecanı, aynı mutluluğu taşıyordu.
Sekiz saatlik uzun bir yolculuktan sonra ikimiz de haşat olmuştuk. Arabadan indiğimde yağmurun toprak üzerindeki o kokusu ciğerleri doldurdu. Temiz havayı içime çekmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Şehir havasında egzoz kendi hakimiyetini kurmuş, diğer gazları katletmişti sanki. Şimdi şehir havasını bir kenara bırakalım. Çok acıkmıştım. Sanıyorum ki annem dev daha farklı bir durumda değildi. Hemen valizleri aldık ve emektar eski koca villamızın önünde durduk. Kapıyı bile özlemiştim. Çelikleri paslanmış, sanki bir korku filminden fırlar gibi duran üzerindeki yeşil yusunlar… Burası tam bir cennet.
Annem kapıyı açtığında bizi iğrenç bir hava karşıladı. Ev rutubet kokuyordu havasızlıktan. Hemen bütün camları açtık, valizleri yukarı odalarımıza çıkardık ve tekrardan aşağı indik. Bu akşam yemeği dışarıda yiyecektik. Çünkü evde bir parça ekmek dahi yoktu. En yakın ve açık restoran bir pizza restoranıydı. Hemen oturduk ve ikimizde birer büyük boy pizza yedik. Eve gittiğimizde saat neredeyse on bir olacaktı. O yüzden hızlıca yeni çarşaflar serdik ve yarın için güzel bir enerji uykusuna daldık.
Sabah olduğunda annem yanımda değildi. Telefonumu aldım ve annemden bir mesaj olduğunu gördüm. Markete gitmişti. Kahvaltı için bir şeyler alacakmış. Buraya bir yıla yakın bir zaman gelmediğimiz için evi pislik götürüyordu. Örümcekler sanki bütün soylarını burada üretmişlerdi. O yüzden hazır annem de alışverişteyken ben de biraz temizlik yaptım. Üst kattan başlayarak her yeri sildim süpürdüm. Anemin mesajı üzerinden beş saat geçmesine rağmen annem eve dönmemişti. Hemen telefonumu kaptım ve biraz telaşlı bir şekilde annemi aradım. Annem telefonu açtığında içim çok rahatladı. O alışverişteyken bir arkadaşıyla karşılaşmış ve arkadaşı onu kahve içmeye devam etmiş. O da kıramamış ve gitmiş, ardından sohbete dalıp beni aramayı unutmuş. Ona sorun olmadığını ve birazdan dışarı çıkacağımı söyledim.
Banyoya girdikten sonra dışarı çıktım. Bisikletimi alarak köy merkezindeki havuza indim. Havuz çok kalabalıktı. Şöylece bir göz gezdirip arkadaş olabileceğim tiplere baktım. Sonra bir erkek grubu dikkatimi çekti. Benim yaşlarımda gözüküyorlardı. Yanlarına gittim ve onlarla tanıştım. Tatili burada geçireceğimi söyledim. Uzunca bir süre sohbet ettikten sonra kafama güneş geçtiğini fark ettim ve suyun altına daldım. O sırada yabancı korkunç bir kadın suratının bana baktığını gördüm ve zıplayarak sudan kafamı çıkardım. Olay şu ki suyun yüzeyinde kimse yoktu. Yani o kadın suratı yoktu. Bozuntuya vermedim ve takılmaya devam ettik.
Akşam eve döndüğümde anne yine evde değildi. Ama alışveriş poşetleri masanın üzerinde duruyordu. Bu yüzen annemin eve uğradığını sonra yine dışarı çıkmış olabileceğini düşündüm ve takmadım. Saatin dokuz olmasına rağmen çok yorgundum o yüzden anneme mesaj attım ve yattım. Akşam cama vuran ağaç dallarının sesiyle uyandım. Dışarıda fırtına vardı. Sonra yağmur damlalarının altındaki bir sese kulak kabarttım. B televizyonun sesiydi. Yemek programı açıktı. Hem de annemin en sevdiği yemek programı. Kalkamayacak kadar yorgundum o yüzden geri yattım.
Sabah kalktığımda aklımda kalan tek şey havuzda gördüğüm kadının o korkunç suratıydı. O kadını rüyamda görmüştüm. Aşağı indikçe burnuma çok kötü bir koku gelmeye başladı. Bu koku beni öğürtmeye yetecek kadar kötüydü. Burnumun kapadım ve mutfağa gittim. Mutfak masasında bir not ve notun yanında annemin telefonu duruyordu. Not annemdendi. Akşama kadar evde olmayacağı yazıyordu. Telefon da sanırım onu burada unutmuştu. Fark edince gelir alır diye düşündüm. Ama kafamı kurcalayan bir şey vardı. Nottaki yazı annemin yazısına çok benzemiyordu. Sanırım hızlı yazdığından dolayı.
Arkadaşlarımı aradım ve onlarla bir kafede buluştum. Güzelce kahvaltımı yaptım. Sonra arka masadaki iki çift sert bakışlı gözle irkildim. Bu gözler o gözlerdi. O kadının gözleri. Hemen oradan kalktık ve dolaşmaya çıktık.
Akşam sekiz gibi eve döndüğümde koku daha beter bir hal almıştı. Ardından mutfak masasında titreşen bir şey fark ettim. Bu annemin telefonuydu. yanında da bir not vardı. Numara bilinmedik olduğundan ilk önce nota baktım. Notta şu yazıyordu; ” Sakın o telefonu açma!” Bu annemin yazısıydı. Büyük harflerle yazılmıştı ve altında beni çok sevdiği yazıyordu.
Telefon sustuktan hemen sonra tekrar çalmaya başladı. Yine o bilinmedik numaraydı. Telefon tekrar sustuğunda telefonun ekranından bir şey gördüm. Kulağına telefon olan, elinde kocaman bir bıçak taşıyan, Joker kadar pis bir gülümsemeye sahip biri. Bana bakıyordu. Son hatırladığım şey ise iki çift sert bakışlı göz. O kadının gözleri.