Su damlalarıyla örtülmüş camın kenarından süzülen yakıcı güneş göz kapaklarıma değiyordu. Gözlerimi istemsizce aralayarak yatağımdan doğruldum. Komidin başında duran telefonu alarak gelen mesajlarımı kontrol ettim. Önemli bir şey göremeyince kalkarak yüzümü yıkadım. Bu gün Taksim’e inecek ve ders kitaplarımı alacaktım. Kahvaltımı güzelce yapıp yanıma bir miktar para aldım ve Taksim’e indim. Burada dolaşmayı seviyordum. Dolaşırken başıma inanılmaz bir şey geldi. Aylardır aradığım kitabı sonunda Taksim’in arka sokaklarındaki sahafta buldum. Aynı gün büyük bir heyecanla eve giderek kitabı okumaya başladım. 23. sayfaya geldiğimde el yazılmış bir not buldum. Notta, ‘ Sevgili günlük, bu gün ilginç bir şey olmadı aslında,kırık camlar üstünden bir daha geçtim. O sokağı bir kez daha turladım, o parka yeniden gittim. Ama küçücük bir iz dahi bulamadım ondan. Ben de gitmeye karar verdim bu dünyadan. Ama olur da biri okursa bu kitabı bilin istedim, anahtar kitabın en sonunda. Dört duvar arasında saklı yüreğim onu bul getir bana, ölmeyeyim.(Divane Sokak,152 ) ‘ yazıyordu. Her dizesinde farklı bir uyumsuzluk bulunduran bu nottan hiç bir şey anlamamıştım fakat ilgimi oldukça çekmişti. Hemen kitabı yoklayarak bir anahtar belirtisi aradım. Kitabın ortasına oyulmuş bir şekilde içinde anahtar bulunun bir delik buldum. Anahtarı oradan alarak yokladım fakat başka bir şey bulamadım. Nota tekrar dönerek anlamaya çalıştım. Bir sokak ismi verilmişti fakat hangi şehirden bahsediliyor bilemiyordum. Hemen internete sokak ismini aratarak nerde bulunduğunu öğrenmeye çalıştım. Şanslıydım ki Taksim’den bahsediliyordu.Hızlıca evden çıkarak Taksim’e gittim. Etrafta birçok insan vardı ve bu kalabalıkta bir şey bulmam imkansızdı. Bahsedilen sokağı bulmak için biraz uğraşmam gerekti. Teker teker herkese soruyor gösterdikleri yönde ilerliyordum. Sonunda söylenen sokağı bulduğumda notu tekrar açarak bir anlam çıkarmaya çalıştım. Notta, ‘Dört duvar arasında saklı yüreğim onu bul getir bana, ölmeyeyim. ‘ yazısını hatırlayınca bir an duraksadım. Dört duvar dediği bir ev olmalıydı. Fakat bu sokakta yaklaşık otuz ev olmalıydı ve hepsini denemek tüm günümü alabilirdi. O an notta verilen sokağın yanındaki sayıyı fark ettim. ‘152’ yazısı en numarası olabilirdi. Tüm sokak boyunca evlerin numaralarına bakıp durdum fakat sayılar karışık gidiyordu bu yüzden bulmam uzun sürmüştü. En son bulduğumda sevinçten ne yapacağımı şaşırdım. Görkemli evin yanlarında bulunan iki kocaman ağaç eve ıssız bir görünüm katmakla beraber evin siyah renkli kirlenmiş duvarları buraya uzun süre kimsenin gelmediğini gösteriyordu. İlk başta girme konusunda emin olamamıştım ama kendime de engel olamıyordum. Cebimdeki anahtarı çıkararak deliğe soktum ve çevirdim. Açılmıştı! Yavaş adımlarla içeri girdim ve evin boş salonuna doğu yürüdüm. Hiçbir şey yoktu. Evin odalarını gezmeye başladığımda bir odanın kapısının kapalı olduğunu fark ettim. Tereddüt etmeden kapıyı açmamla beraber şaşırıp kalmam bir oldu. Odanın içi tamamen altınlarla doluydu. Gözlerime inanamıyordum. Bunlar şimdi benim miydi? Odanın kenarında duvara asılmış olan notu gördüm ve hemen alarak okumaya başladım. ” Burayı bulduysan artık bu altınlar senindir. Güle güle kullan.” yazıyordu. Ben de altınların bir kısmını alarak evi kilitledim. Bu yaşadığım macerayı bir başkası da yaşasın diye de anahtarı kitabın içine yerleştirerek kitabı aldığım kitapçıya geri verdim. Bazı yaşanılabilir güzel şeyler tek kişiyle kalmamalıydı.