Karlı bir kış gününde eski kitapçı kalabalık İstanbul sokağında şehirleşmeyi reddedercesine, gurula o büyük binaların arasında duruyor.Dış cephesindeki eskimiş tahtalar onca yıllık yaşanmışlığı gösteriyor.Vitrinde antika bir kaset çalar, üstteki rafta ise eskimiş bir kaç kitap. Bu antik görünümlü kitapçı ve onun değişik havası dikkatımı çekmeye yetti de arttı.”Zaten yeni bir kitaba da ihtiyacım vardı.” bahanesiyle dükkana doğru yöneldim.
İçeri girmek için kapı kolundan tutup kapıyı hafifçe ittim, kapı yüksek bir gıcırdama sesi ile açıldı.İçeri girince burnum eskimiş sayfa ve kahve kokusuyla doldu.Sanki eski zamanlardan kalmış bir kitap kafeye giriyormuşum gibi bir nostalji hissiyatı duydum.İçerisi dışarıdaki ayaza kıyasla çok daha sıcaktı ve bu sıcaklığın kaynağını bulmam çok uzun sürmedi.Karşımda rengi solmuş kırmızı tuğlalarıyla sanki yeni yıl filminden fırlamış gibi hoş bir görüntüye sahip bir şömine.Şöminenin hemen üstünde bir kaç tane kurşun asker figürü ve Noel ile alakalı bir kaç kitap…Dikkatimi şömineden uzaklaştırdığımda dükkanın tavanının ne kadar uzun olduğunu fark ettim.Tavandan aşağıya sarkan avize ise “Güzel ve Çirkin” filmindeki avizenin aynısıydı, hatta avize demek yanlış bile olabilir çünkü aydınlatma için ampül değil mumlar vardı üstünde.İtiraf etmeliyim ki üstündeki mumlar burayı daha loş ve eski gösteriyor, dükkanın karekterine uyuyordu.Tavandan gözümü ayırıp içeriyi incelemeye başladım.
Sağ tarafımda işlemeli şallardan örülmüş bir koltuk ve önünde küçük koyu kahverengi ahşap bir masa, üzerinde iki tane dergi, bir gazete ve hala üzerinden duman çıkan bir kahve bardağı.Arkadaki tezgahtan bir ses duydum: “Neden orda öylece duruyorsunuz?Buyrun lütfen.” sesin kaynağına baktığımda bir yaşlı amca ile karşılaştım.Bu amca dükkanın sahibi olsa gerek.Adama tebessüm edip dükkanın içinde gezinmeye başladım ve kitaplıklara doğru yöneldim.Üstünde ne bir başlık ne de yazarının adının olduğu mor bir kitap dikkatimi çekti ve onu raftan aldım.Arkasını çevirip bir şey bulabilir miyim diye baktım ama nafile.Yine o sırada dükkan sahipinin sesini duydum.“Dikkatinizi çeken bir şey mi var hanımefendi?” diye nazikçe sordu ben de usulca başımı salladım.“Neden başlığı veya yazarı yok?” diye sordum, dükkan sahibi duyduğu soru dünyadaki en garip soruymuşçasına bana baktı ve sonra kafasını hafifçe sağ sola salladı.“Kitabın özelliği tam olarak o.Kitabı okursanız aslında anlarsınız.” diyerek cevap verdi.“O zaman bu kitabı satın almak istiyorum.” dedim ve kasaya doğru yöneldim.
Kitabı alıp dükkandan ayrıldıktan sonra içimi bir heyecan hissiyatı kapladı.Eve gitmek için metroya bindim ve kitabı açıp okumaya başlamaktan kendimi alıkoyamadım.Kitabın ne bir önsözü ne de içindekiler kısmı vardı sadece tek bir cümle:
“Tüm okuyucu ve yazarlara, teşekkürler.”
Bu neydi şimdi?Tüm okuyucu ve yazarlara?Yazarlar derken?Bir sayfa daha çevirip “Birinci Bölüm” yazan yeri okumaya başladım.Kitap siyah bir mürekkeple çok güzel bir el yazısıyla yazılmıştı ve sayfanın sağ üst köşesinde tarih vardı.Biraz değişik gelmesine rağmen aldırmadım ve okumaya başladım.İlk yirmi sayfa genç bir dedektifin bir cinayeti nasıl çözmeye çalıştığını üçüncü kişi ağzıyla anlatılıyor normal bir kitap gibiydi fakat altmışıncı sayfada ,ikinci bölüme geçerken, el yazısının değiştiğini ve sayfanın sağ üst köşesinde yeni bir tarih olduğunu fark ettim.Tam ikinci bölüme başlayacağım sırada inmem gereken durak geldi ve metrodan inmek durumunda kaldım.Metrodan indikten sonra bulunduğum sayfaya kitap ayracımı koydum ve otobüs durağına yürüdüm.Ben durağa geldiğim anda otobüs de geldi ve hızlıca otobüse bindim.Yerime oturur oturmaz kitabımı açıp okumaya başladım.
İkinci bölümde sadece el yazısı ve kalemin rengi değişmemişti, anlatıcı da değişmişti.Artık olaylar birinci kişi ağzıyla anlatılıyor ve olayı anlatan dedektifti.Yüzüncü sayfaya kadar bir değişiklik yoktu ama katilin kim olduğunu anlamaya başlamıştım.Tam yüzüncü sayfada kitap üçüncü bölüme geçiyordu.Ve yine her şey değişmişti artık olayı katil anlatıyordu.Kitabın 120. sayfasına geldiğimde el yazısıyla yazılmış bir telefon numarası gördüm.Bunun olay örgüsüyle hiç bir alakası yoktu…Daha sonra numaranın altındaki not dikkatimi çekti:
“Katilin kim olduğunu buldun mu?”
Notu okurken içime bir korku hissi doldu ve bir anda ürperdim.Bu neydi şimdi?Belki diğer sayfalarda bir açıklaması vardır diye sayfaları karıştırdım ancak onların boş olduğunu farkettim.İçime sanki birisi beni izliyormuş gibi bir his doldu ve sıradaki durakta hemen indim.İzlenme hissinin otobüste olduğumdan kaynaklandığını düşünmüştüm ama otobüsten inmeme rağmen izleniyormuşum hissi azalmadı.Hızlıca etrafa bakındım ama kimseyi görmedim.Bu içimdeki korku hissinin artmasına sebep oldu.
Elimdeki kitaba baktım ve o zamana kadar fark etmediğim bir şey fark ettim kitabın kapağında başlık olarak benim adım yazıyordu.Kitaptaki olaylar bu hafta yaşadığım tüm olayları anlatıyordu.En yakın çöpe doğru hızla koşup kitabı çakmağımla yaktım ve onu da çöpün içine attım.Korkuyla eve dönerken bir daha öyle bir yere girmeyeceğime dair kendime söz verdim…