Kapıdan çıkmadan evvel oturduğu sandalyeye baktı. Kendisine çok benzeyen bir gölgenin orada uyuduğunu gördü. Meraklanıp biraz daha yaklaşınca bunun kendi görüntüsü olduğunu fark etti. Yani orada uyuklayan kendisiydi. Bu nasıl olabilir ki diye düşünmemesi imkansızdı. Ama bunu düşünemiyordu çünkü şu an hiçbir şey düşünememekteydi, beyni durmuştu. Tam gördüklerini muhakeme edecek iken omzunda bir el hissetti. Korkudan resmen kalbi durmuştu. Güçlükle arkasını döndüğünde bir yerden anımsadığı bir surat gördü. “Şaşırma aşaman bittiyse gidelim artık.” Bunun ne demek olduğunu düşündü. Aslında tahmin etmek zor değildi ama nedense 2 saattir şaşkın bir ifadeyle dik dik bana bakıyordu. Her şeyi tek tek açıklamak zorunda mıydım? Neyse ki sonunda aklını toplayıp sorularını sordu. Verdiğim cevaplara şaşırmasını bekliyordum ama o bana inanmıştı, benin bir zaman gezgini olduğuma inanmıştı.
Zaman departmanından cesur olduğu inanılan herkese bir görev verilirdi ancak onun ki diğer görevlerden çok farklıydı. O, Truva kentini yıkımdan kurtaracaktı. Görevini anlattığımda kolay olduğunu söyledi. Bu sefer ben şaşırmıştım. Çünkü Truva’yı kurtarıp tarihi değiştirmek büyük bir yüktür. Onu zamanda geriye götürdüm, görevini başarırsa geri getirecektim. Ama başaramazsa orada kalacaktı ve muhtemelen çok uzun yaşamayacaktır. Aslında en büyük sorun bu değildi. Sorun, o ölürse benim de artık var olmayacak olmamdı.
Kendi başına kaldığında Truva’nın hikayesini hatırlamaya çalıştı. “Kesinlikle balık hafızalıyım.” bu dediğine kesinlikle katılıyorum. “Hatırladığım kadarıyla Truva prensi Paris, kraliçe Helen’i kaçırıyordu. Bu yüzden de Spartalılar Truvalılara savaş açıyordu.” aslında özetleyecek olursak böyle diyebiliriz. Yani hikayeyi kısaca biliyor. Taktiği diğerlerinden farklıydı, ilk adımını başarıyla gerçekleştirdi. Kalenin hizmetlilerinden birinin kıyafetlerini çalıp şarap sunucusu kılığına girdi, daha sonra yaptıklarına ben bile inanamadım. Açıkçası eskiden büyü bildiğimi bilmiyordum. Kilitlediği mutfak kapısından hiddetli bir yumruk sesi geldiğinde içeride malzemeleri karıştırmış, kaynatmaya başlamıştı bile. Kapıya vuran her kimse artık kapıyı kıracak gibiydi ve görünüşe bakılırsa büyünün olmasına da çok vardı. Üstelik yakalanırsa, o zaman her şey bitebilirdi.
İşte tam burada genç Emre’ye yardım etmeye karar verdim. Sonuçta eski halime bir şey olursa paradokslar yüzünden aynı etki bende de gözlemlenebilecekti. Kuşbakışı bir açıyla görebilen formumdan hemen insan formuma geçtim ve mutfağın içinde belirdim. Beni görünce yine şaşırmadı, ben de buna şaşırdım. Kapıyı kıracakmış gibi vuran o kişiye öyle bir şey yapacaktım ki zamanının insanlarının görmediği şey onun gözlerini kamaştıracaktı. Gelecekten aldığım en yüksek parlaklıkta feneri alıp direkt olarak gözlerine doğrulttum. Bunu hak etmişti. Gözleri kamaşınca da kapıyı tekrar yüzüne kapatıp eski halime başarılar diledim. Buna pek ihtiyacı olmayacağını biliyorum çünkü o tanıdığım herkesten daha zeki.
Şarap sunucusu olarak içine büyülü şarabı koyduğu ihtişamlı bardağı Prens Paris’e uzattı. Prens içeceği bitirdiğinde artık tüm olay büyülü sözcükleri fısıldamaktan ibaretti. Gelecekten gelen bir avarenin, M.Ö. 500 yılında 15 yaşındaki halinin ağzından çıkacak sözlüklere göre kaderinin şekillenecek olması bana bile garip geliyor. Şanslıydık, Prens büyüye kapılıp Helen’i aklından çıkardı. Bence çıkarması da gerekiyordu zaten, sana kız mı yok? Aramızda şakalaşırken gitme zamanı geldiğini fark ettik. Bu yollarımızı ayırdığımız ilk ayrım değildi. Dahası da olacaktı. Çünkü her gece gözünü kapattığında beni bir rüya olarak görebilecek, aynı şu an olduğu gibi.