Ormanın kalabalık ağaçları, kampa vuran ışık, yaprakların arasından sızıyordu. Pelin, arkadaşlarıyla birlikte kamp ateşinin etrafında toplanmıştı. Güler yüzler, coşku dolu sohbetlerin sesleri ormanın etrafına yayılmıştı. Pelin’in en yakın arkadaşı olan Deniz, toplanan odunları kontrol ederken parlak bir şey fark etti ve gözleri heyecanla daha da açıldı. “Pelin yere bakar mısın? Ben mi yanlış görüyorum yoksa ayağımın dibindeki bir altın bileklik mi?” dedi. Sonra heyecanla diğer arkadaşlarına da aynı soruyu sordu. Pelin, merakla eğildi ve nesnenin gerçekten de parlak bir altın bileklik olduğunu gördü. Şaşkınlıkla kamp arkadaşlarına baktı ve ardından bilekliği eline aldı. “Evet gerçekten de bu bir altın bileklik!” dedi heyecanla. Herkes şaşkın bir şekilde etrafa bakındı ama etraflarında kimse yoktu.
“Bunu buraya kim bırakmış olabilir?” diye sordu Emre. “Belki de bu ormanın gizemli bir sırrıdır.” diye cevapladı Pelin, bilekliğe meraklı gözlerle bakarken. Üzerinde işlemeli güzel desenler vardı ve parıltısı göz kamaştırıcıydı. Deniz “Bu bileklik bize güzel şeyler getirebilir.” dedi. “Onu bulduğumuz için şanslıyız.”
Hepsi bilekliği taşıyanın kim olduğunu ve neden bıraktığını merak ederek gece boyunca etrafı dikkatlice gözlemlediler. Ancak hiç kimse veya hiçbir şey bulamadılar. Ertesi sabah Pelin, bilekliği takmaya karar verdi. “Belki de bize gerçekten de şans getirir.” dedi gülümseyerek. O günden sonra, arkadaş grubu bir dizi şanslı olayla karşılaştı. Altın bileklik, onların hayatında küçük bir mucize gibi görünüyordu. Onlar için değerli bir hatıra ve umut kaynağıydı. Ormanın onlara sunduğu en güzel sırlarından biriydi…