Sevdiğiniz birinin gitmesi mi daha zordu? Yoksa gitmek zorunda kalmak mı? İki türlüsü de zordu belki fakat benim için en zor olanı gitmek zorunda olmaktı. Her gece ağlayarak belki binlerce kez pes ettiğim ama en sonunda kazandığım Stanford Üniversitesine gidişim için yaklaşık iki saat vardı. Mutlu mu olmalıydım? Kesinlikle ama içimde beni huzursuz eden birkaç şey vardı. Ailemden uzağa gidiyordum evet ama asıl canımı sıkan nokta bu değildi. Ailem, her şeyimdi. Onlardan uzakta olmak elbette beni üzüyordu ama yapacak bir şey yoktu. Beni asıl üzen olay: Yarın kardeşimin doğum günü olmasıydı. Kardeşim doğduğu için üzülmüyordum, doğduğu gün onun yanında olamadığım için üzülüyordum. Yarım saat önce bana sıkıca sarılmış ve doğum gününde yanında olmasını istediği kişilerden biri olduğumu söylemişti. Ancak gideceğimi bilmiyordu.
Onun için hediye almıştım. Beğeneceğinden emin olduğum oyuncak bir kırmızı spor araba ve birkaç atıştırmalık. Kardeşimle aramızdaki bağ çok iyiydi. Birbirimize sıkıca tutunuyorduk. Ne zaman ağzımı ona gideceğimi söylemek için açsam duraksadıktan sonra geri kapatıyordum çünkü dilim söylemeye varmıyordu. Duygusal bir insandım ve yapacağım konuşmanın üçüncü dakikasında delicesine ağlayacağıma emindim. Abartıyor muydum? Bazıları için belki evet ama benim için hayır. Beş yaşında ufacık bir çocuğa nasıl gideceğimi söyleyebilirdim ki? Hem de o çocuk için değerli biriysem? Ayrıca üniversite için gittiğimde geri gelmem uzun bir süre alacaktı. Belki sadece yaz tatilinin son bir ayında gelebilecektim. Belli değildi.
Aldığım hediyelerin yanında bir de durumu açıklayacak bir not yazmayı planlıyordum. Beş yaşındaki çocuk nasıl mı okuyacaktı? Ablası ona okumayı en iyi bir şekilde öğrettiği için kolaylıkla okuyacağından emindim! Annem biz Emir -kardeşim- ile oyun oynarken bize içli içli bakıyor ve sonrasında beni bir kenara çekip artık ona söylemem gerektiğini söylüyordu.
“Yavrum, güzel kızım benim. Söyle artık kardeşine, anlat. Bak bir açıklama yapmadan gidersen eğer daha çok üzülecek, biliyorsun.” Gözlerimi kaçırdım ve dilimle dudaklarımı ıslatarak konuşmaya başladım. Bu konu hakkında konuşmaktan nefret ediyordum fakat yapacak bir şey yoktu!
“Halledeceğim ben anne, takma kafana.” dedim yumuşak tutmaya çalıştığım bir ses tonu ile.
“Halledersin kızım, biliyorum. Hep öyle diyorsun zaten. Ama senin kardeşine olan bakışların benim de yüreğimi yakıyor be kızım. Anla beni sen de biraz.” dedi sitem dolu bir sesle.
“Anlıyorum anne, anlıyorum.” diye mırıldandım.
Fakat bugün aklıma koymuştum net bir şekilde gidecek ve kardeşime durumları anlatacaktım. Kendimi tutup tutamamak şu an umurumda bile değildi. Emir başkasından öğrenmek yerine benden öğrense eminim ki bana daha az kırılırdı.
Daha çok düşündüm taşındım. Konuşurken söyleyeceğim kelimeleri teker teker seçtim, hazırdım. Derin bir nefes aldıktan sonra Emir’in odasına girdim. Oyuncaklarıyla oynuyordu. Kapısı açılınca bakışları elindeki oyuncaklarından benim yüzüme doğru döndü, gözleri parladı.
“Abla!” diye sevinçle olduğu yerden kalktı ve boyu sadece bacağıma gelebildiği için sağ bacağıma sarıldı. O sarılınca onu kucağıma almak için eğildim ve kucağıma aldım, yanağına büyük bir öpücük bıraktım. “Ablacığım!” dedim ben de ona onunki gibi büyük bir heyecanla.
“Neredeydin? Özledim seni.” diye mırıldandı üzgün bir ses tonuyla. Dudaklarını bükmüştü. Şu an o bükülen dudaklarını koparana kadar mıncırmak istemem normal miydi? Sanmam.
Bu kadar kısa sürede özlemiş olmasına şaşırsam da daha çok bozuntuya vermeden konuştum. “Dışarıda işim vardı, hemen karşı restoran var ya? Oradaydım.”
Düşünür gibi yaptı “Anladım, sonra beraber gidelim mi oraya?” diye sordu meraklı bir ses tonuyla. “Gideriz, gideriz ama öncesinde seninle konuşmak istediğim bir şey var.” dediğimde sorgulamadan beni başıyla onayladı ve ben onunla konuşmaya başladım.
…
İkimizin de salya sümük ağlayarak bitirdiğimiz bir konuşma sonrasında ben Emir’le restorana gittim. Eve dönünce annem ile zaman geçirirdim. Sonrasında Emir’le eve geldik ve gece saat on ikide Emir’in doğum gününü kutladık.
Emir uyuduktan sonra annemle dertleştik ve ben yarın erkenden otobüsüm olduğu için biraz daha uyku almak amacıyla uyudum. Sabah kalktığımda evde bir durgunluk vardı. Yapabileceğim bir şey yoktu, valizlerimi aldım ve annemler beni otobana bıraktılar.
Otobana geldiğimde valizlerimi otobüse yerleştirdik ve ben güzel ailemdeki her bir bireye sıkı sıkı sarıldım. Otobüsün kalkacağı duyurulunca onlardan ayrılmak zorunda kaldım ve otobüse binip yerime oturdum. Otobüs hareketlendiği zaman ise aileme burukça tebessüm ettim. Onlar da aynı şekilde bakıyorlardı bana. Ve ben, sanırım benim için o sorunun cevabını bulmuştum. Benim için her zaman gitmek zorunda kalacak olmam daha üzücü olacaktı.