Piyano… Hayatımın en önemli parçası. Tuşların parmağımdaki hissiyatı, sahne ışıklarının sıcaklığı, çaldığım melodinin vücudumda gezinen titreşimi. Bunların hepsi benim için damarlarımda dolaşan kan kadar doğal. Ciğerlerime aldığım nefes kadar benim. Öyleyse neden bu kadar acı verici? Piyanom, benim piyanom. Ancak bu piyonunun üzerine yazılmış hayaller, çizilmiş yollar, bu zaferler, alkışlar hiçbiri bana ait değil. Söyle bana, neden garajda çaldığın o müzik denilmeyecek kadar karmaşık ve vahşi melodi bu kadar sıcak?
Bir pazartesi. Okulun koridorlarında elimde kafeteryadan aldığım filtre kahvemden yudumlayarak matematik dersimin olduğu sınıfa yürüyordum. Matematik sınıfına gitmek için müzik sınıfının yanından geçmek zorundasınızdır. Bu durum benim genelde hoşuma gider. Koronun senkronize bir şekilde söylediği melodiler, birazdan başımı ağrıtacak matematik dersinden önce içtiğim bu filtre kahve kadar değerlidir benim için. “Acaba koro bugün ne çalışıyor?” diye düşünerek sınıfa yaklaşıyordum ki sınıfın içerisinden elektronik gitar seslerini duydum. Kesinlikle yüzüme de yansımış olan hayal kırıklığımla matematik dersime yürüdüm. O gün o derse ne yaparsam yapayım odaklanamadım. Aklımdan sinir bozucu gitarın sesleri çıkmıyordu. Kim çalıyor olabilirdi ki?
Birkaç gün sonra, okul çıkışı müzik sınıfındaki piyanoda yeni öğrendiğim parçayı çalmak için elimde notalarımla, 2. Kata yürüyordum. Sınıfa girip piyanoya oturdum. Artık şu kısmı doğru çalmak zorundaydım yoksa piyano öğretmenim delirecekti. Babamı düşünemiyorum bile. Her ikisi de bu yarışmanın benim o müzik okuluna girmek için tek şansım olduğunu söyleyip duruyordu. Parmaklarımı tuşlara koydum. Gözlerim nota kağıdını, ellerim ise gözlerimi takip ediyordu. Buradaki piyano daha mı kalitesizdi? Yoksa içerisi daha mı soğuktu? Bir şeyler yanlıştı. Dikkatimi toplayamıyordum. Tam o an sol elimin orta parmağı ile yanlış bir notaya bastım. Mükemmel bir uyumun içerisindeki tek farklı nota. Oraya ait değildi, tıpkı ben nasıl bu odaya, bu piyanoya, bu tuşlara ait değilsem. Ellerimi yavaşça piyanodan çektim. “Vay be! Bu harikaydı.” yüzümü sesin geldiği yöne çevirdim. Saçları omuzlarına düşen, kulakları küpelerle dolu, üzerinde deri ceketi ile duvara yaslanmış birini gördüm. “Gitarımı unutmuşum. Onu almak için geri döndüm. Çok güzel çalıyorsun ama…” Gitar? Aha, bu o gürültücü çocuk olmalıydı. “Ama ne?” yanıtımı duyunca yüzünde bir tebessüm belirdi. Gitarını aldı ve amfiye taktı. “Gerçek müziği hissetmen gerekir.” dedi ve gitarından bir parça çalmaya başladı. İlk önce kulaklarımı kapayıp odadan çıkmak istedim ancak yaklaşık bir on beş saniye kadar sonra gözlerimi çocuğun üzerinden alamıyordum. Tüm vücudunu gitar yönetiyordu sanki. Açık camdan esen rüzgâr melodiyle çocuğun saçlarının uçlarını hareket ettiriyordu. Yüzündeki tebessüm benim yüzüme kopyalanmış öylece izliyordum. “Müziğe âşık olmak mümkün mü?” bu soruyu kendime yüzlerce defa sormuşumdur. Karşımda duran gitarist bu sorunun yanıtıydı işte. Gözleri benimkilere “Evet.” dermişçesine bakıyordu. Ben daha çaldığı parçanın bittiğini anlayamadan konuştu. “Hoşuna gitmiş gibi.” Evet, gitti. Ama bunu söylersem kendi parmaklarıma ihanet etmiş olur muyum? “Hoştu ama müziği hissetmeden de çalabilirsin.” benim yaptığım bu. “Tabii ama o müziğin gerçekten bir değeri olur mu? Her neyse. Seninle tanışmak güzeldi piyanist.” demesiyle çocuk arkasını döndü ve kapıya yöneldi. “Dur!” ne diyorum ben? “Bana da öğret. Müziğe nasıl âşık olunur?” çocuk pozisyonunu değiştirmeden konuştu “Bu gece okulun 2 sokak ötesinde sahne alacağız. Gel, anlayacaksın.”
O akşam evde tek yaptığım kıyafetlerimi değiştirip yatağıma uzanmaktı. Aklımda bir tek o çocuğun melodiye kendini kaptırışı vardı. Evden gizlice çıktım. Çünkü babam böyle bir şeye asla izin vermezdi. Saçlarımın arasından esen rüzgâr bir gün benim melodime de uyum sağlayacaktı. Sahne olarak adlandırdığı yere geldiğimde bu sahnenin bir garaj olduğunu fark ettim. Gurup çalmaya başlamıştı. Hızlıca çok da yoğun olmayan kalabalığın arasından geçip en öne atıldım. Ordaydı… Saçları yine uçuşuyor bu sefer ay ışığı da o melodiye eşlik ediyordu. Tanrım, o haklıydı. Müzik aşktı, hayattı, eğlenceydi, müzik bu insanları bir araya getiren şeydi. Benim jüriler önünde alnımdan ter akıtarak çaldığım da müzikti, o da benzersiz ve güzeldi ancak bu güzelliği o kadar acıklıydı ki. “Piyanist!” elini bana uzatmış diğer eliyle gitarını çalıyordu gitarist. Elini sıkıca tuttum. Beni kendine çekti, gitarını benim boynuma geçirip arkamdan bana sarılarak parçasını çalmaya devam etti. Ellerimi ellerinin üzerine koydum. Tellerden gelen titreşimler, piyano tuşlarından çok farklıydı. Kafamı kaldırıp önümdeki kalabalığa baktım. Bu hayatımın en heyecanlı anıydı. Kalbim küt küt atmaya başladı. İnanların gülüşleri, çığlıkları, zıplayışları çok farklıydı. Sıcaktı. Müzik sıcak olmalıydı. Aşk gibi.