Her yanda asılı olan kayıp ilanlarına bakmamaya çalışarak hızlı adımlarla okula doğru ilerliyordum. En yakın arkadaşımın yüzünü ilanda bir kere daha görmek istemiyordum. Okula adım attığımda bütün gözlerin üzerimde olduğunu hissettim. Herkes bana ya acıyarak ya da suçlayarak bakıyordu. Ata’nın kaybolmasında benim de payım olduğu hakkında dedikodular yayılmaya başlamıştı bile. Ata’yla ettiğiniz büyük kavganın üzerinden iki gün geçmişti ve bana son sözlerini söyleyip gittiğinden beri onu gören olmamıştı. Birden o anlar gözümün önünde canlandı. Ata gözlerimin içine bakıp “Peki…sen de git. Herkesin beni bırakıp gittiği gibi sen de çek git! Ya da dur sana zahmet olmasın, ben giderim…” diyerek gitmişti. Bense hiçbir şey diyemeden orda kalakalmıştım. Kendimi o kadar kötü hissetmiştim ki. Ata’nın babası o doğduğunda annesini terk etmişti. Annesi de Ata’yı üç yaşına kadar büyütüp bir çocuk esirgeme kurumuna bırakmıştı. Oradan da bir bakıcı aileye verilmişti. Yeni ailesiyle birlikte yaşadıkları evin bir yanı bizim evdi. 4 yaşındayken tanışmıştık ve o zamandan beri de ayrılmaz bir ikiliydik. O kavgaya kadar. Aklım karmakarışıkken önüme bakmıyordum ve birine çarptım. Kafamı kaldırıp kim olduğunu gördüğümde başımın belada olduğunu anladım.
Bana küçümseyen gözlerle bakan Hazal’ı gördüm. Bu işin sonunun iyi bitmeyeceği kesindi. Bana iğrenerek baktı ve “Sanırım bazıları hala yürürken önüne bakmayı bilmiyor.” dedi. Herkes bir anda bana döndü. Koridorda uzun bir sessizlik oldu. Yürüyüp gidecektim ki birden Hazal kolundan yakaladı. “Ne o? Konuşmayı da mı bilmiyorsun yoksa?” diye dalga geçer gibi sordu. “Gerçekten kavga çıksın istemiyorum.” dedim ama Hazal’ın beni rahat bırakmaya niyeti yoktu. “Ne kadar sıkıcısın. Kesin Ata da bu yüzden seni bırakıp başka bir ülkeye kaçmıştır.” dedi ve içten bir kahkaha attı. Onunla birlikte herkes gülmeye başlayınca daha fazla dayanamayacağımı anladım. Gözyaşlarım görüşümü engellerken nefes almak da git gide zorlaşıyordu. Sanki herkes devdi, ben ise karınca. Altlarında kalmamak için çabalıyordum. Duvarların üstüme geldiğini hissettim. Hazal’ın ellerini gözüne götürerek ovalama işareti yapması ve “Ağlayacak mısın yoksa?” demesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Sırtımdaki çantayı Hazal’a fırlatıp arkamı döndüm ve koşmaya başladım. Nereye gittiğimi bilmiyordum, zaten göz yaşlarımdan önümü de göremiyordum. Kimsenin olmadığı karanlık bir koridorda durdum. Üzerinde büyük kırmızı harflerle “GIRILMEZ” yazan bir kapıya yaslanarak ağlamaya başladım. Hazal bunu bana nasıl yapabilirdi? Benden bu kadar mı nefret ediyordu? Hıçkıra hıçkıra ağlarken kapının arkasından nefes sesleri geldiğini fark ettim. Hemen ayağa kalktım. “Kusura bakmayın, rahatsız ettim sanırım.” dedim. Ses gelmedi. Kapıyı tıklattım. “Orda biri mi var?” diye seslendim. Yine cevap gelmedi. Elim kapı koluna gitti. Tuhaf bir şekilde kilitli değildi. Ve böylece merakıma yenik düşüp üzerinde “Girilmez” yazan kapıyı ardına kadar açmış oldum. Küçük bir elektrik odasıydı. Yavaş adımlarla içeriye girdim. Burnuma keskin bir koku geldi. Daha da içeriye ilerledikçe koku artıyordu. Bir su ısıtıcısının yanına vardığımda gözlerime inanamadım. Ata ısıtıcının hemen önünde, yerde yatıyordu. Yaşadığım şokun etkisiyle titremeye başlamıştım. Yerimden kıpırdayamıyorum. Durumu biraz sindirince yavaş adımlarla Ata’ya doğru yaklaştım. Elimi elinin üzerine koydum ve teninin buz gibi olduğunu fark ettim. Derin derin nefes alıyordu. Keskin kokudan nefes almakta zorlandığı çok belliydi. Hemen cebimden telefonumu çıkarıp polisi aradım. Durumu açıkladım. Okulun adını ve bulunduğu konumu bildirdikten sonra telefonu kapattım. Ata’yı burada yalnız bırakmaya çok korktum. Bu yüzden yanına oturup su ısıtıcısına sırtımı yasladım ve elini sıkı sıkı tutup beklemeye başladım. Yaklaşık bir 5-10 dakika sonra odaya doğru ayak sesleri duydum. Benim içeri girerken itina ile kapattığım kapı sertçe açıldı. O gürültü ile irkildim. Şimdi çok daha fazla korkmuştum. Daha önce okulda hiç görmediğim bir temizlik görevlisi içeriye girdi. Temizlik görevlisi olduğunu düşündüm çünkü üzerinde üniforma vardı. Adam beni gördüğünde çok sinirlendi. Aynı zamanda yüzünden korku da okunabiliyordu. Bana sinirle “Burada ne arıyorsun?” diye sordu. Cevap vermek üzereydim ki odanın üst kısmında bulunan küçük pencereden polis sirenleri duyuldu. Adam panikle Ata ve bana doğru yöneldi ama arkadan gelen polis ekipleri adamı durdurdular. Sorgu için götürürlerken sağlık ekipleri de beni ve Ata’yı dışarı çıkardılar. Ata bir ambulansla hastaneye kaldırıldı. Ben ise sorguya götürüldüm. Sorgumdan sonra hemen hastaneye gittim. Ata’nın durumunun iyi olduğunu öğrendim. Oda numarasını da alıp koşarak ikinci kata çıktım. Odasının önünde derin bir nefes aldım ve içeri girdim. Kafası direk benim yönüme döndü. Beni görünce gülümsedi. Benim ise gözlerim doldu. Koşup ona sarıldım ve ağlayarak binlerce kez özür diledim. O da sarıldı ve özrümü kabul etti. Biz birbirimize neler olduğunu anlatırken kapı tıklatıldı. Bir polis memuru içeriye girdi.
Bize ne olduğunu öğrendiklerini söyleyince ikimiz de meraklı gözlerle birbirimize baktık. Aslında o adam Ata ve annesini terk eden babasıymış. Kısa süre önce işini kaybetmiş. Gecenin bir vakti bir çocuğu kaçırıp ailesinden fidye isteyecekmiş. Daha da tuhafı Ata’nın oğlu olduğundan haberi bile yokmuş. Yani bu tamamen tesadüfmüş. Bunu öğrendiğimizde ikimiz de çok şaşırmıştık. Ayrıca tutuklandığını duyunca ikimiz de mutlu olduk. O adam hak ettiğini bulmuş, ben de Ata’ma kavuşmuştum.