Hayatın doğruları nelerdir? Eğer içinde “doğru” kelimesi geçiyorsa biz bunların iyilik, doğruluk, dürüstlük, kardeşlik gibi “erdem” olarak nitelendirebileceğimiz özelliklerden oluşmasını bekleriz. Bize kitaplarda öğretilen de bu değil midir zaten? Her ne olursa olsun dürüstlük baş tacıdır literatürde. Her zaman en doğruyu söyleyen, en iyi niyetli olan ödüllendirilir; her yalan er geç ortaya çıkar, söyleyeni de cezasız kalmaz… Peki gerçekten öyle midir?
İnsanlar her ne kadar çok özel olduklarını düşünseler de aslında her canlıda olduğu gibi onların da içgüdüsel olarak en büyük amaçları şudur: hayatta kalmak. Bir insanı açlıkla sınarsan kendi kardeşini bile yer, bir insanın güvenliği söz konusu olduğunda önüne gelen her canlıyı gözünü kırpmadan ezer geçer. İnsanların bir büyük ihtiyacı daha vardır: kabul görmek. Ne kadar açlık, susuzluk gibi temel bir ihtiyaç olarak görülmese de aslında insan hayatının tek amacı kendini ait hissetmektir. Ve öyledir ki insan kabul görmek, dışlanmamak, bir grupta varlığını sürdürebilmek için akla gelebilecek her şeyi yapar. Bu uğurda gözünü kırpmadan feda edeceği ilk şeyse doğrulardır.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki artık bize dayatılan bu hiyerarşik sistemde iyi bir yer elde etmek istiyorsak bizden beklenen şey doğrular değil, duymak istenenlerdir. Herkes acı gerçeklerdense bir illüzyonlar aleminde yaşamayı, tatlı yalanlarla kandırılmayı tercih eder. Hiçkimse o pembe toz bulutunun ardındaki karanlık gerçeğe değişmez. Bu da gerçeklerin kaybolmasına yol açar. Peki insanlar gerçekleri görmezden gelse, bir yalanlar döngüsünün içine kendisini bile isteye soksa bile bu gerçek üzerinde bir etki yaratır mı? Onu gerçek olmaktan çıkarabilir mi?
Bu bir nevi bir ağrı kesici etkisinden başka bir şey değildir yapılan. Gerçek aynı o ağrının kaynağı gibi hala orada. İlaç ağrının sebebini, yanlış olanı, gerçek olanı ortadan kaldırmıyor. Onun yaptığı tek şey vücudun yardım çağrısını sessize almak. Yalanlar da aynı böyle, gerçekleri yok etmiyor, sadece o çoğu kişi için “acı” olan karşılaşmayı olabildiğince geciktiriyor… Bazen de sadece daha çok acıtması için.
Herkesin bu hayal dünyasını hayata tercih ettiği dünyamızda artık doğrular “doğru” kabul edilmiyor. Doğruyu söyleyen de bizden biri olarak kabul edilmiyor. Bu da insan aklına tek bir çözüm yolu getiriyor: doğruları gizlemek, bazen çarpıtmak veya tamamen yeni bir “doğru” uydurmak… Ne de olsa doğru ve gerçek, hayatta kalmanın ve kabul görmenin yanında çok feda edilebilir şeyler değil mi..?