Zenginlik tanımının geçmişten günümüze aynı kaldığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Demem o ki ilkel dönemleri ayrı tutarsak, tarih boyunca insanlar mal ve para sahibi olmayı zenginlik saymıştır. Çoğunluk tarafından da bu düşünce benimsendiği için mal ve para sahibi olmak aynı zamanda güç ve statüyü de beraberinde getirmiştir
Peki bu zenginlik anlayışı insanları mutlu etmekte midir?
Savaşların özünde bu yanlış bakış açısı yatmaktadır. Savaşlar her zaman yıkıcı ve yok edici olmuştur. Yenen taraf da dahil olmak üzere her iki tarafta can ve mal kaybı yaşamıştır. Savaşların sonucunda yenilen taraf elindekileri kaybettiği için mutsuzdur. Yenen taraf ise kazandıklarını, oluşan bu düşmanca ortamda korumak zorundadır ve oda mutsuzdur. Bu kısır döngü insanların mutluluğunun önündeki başlıca engellerden biridir. İçinde bulunduğumuz çağda savaşlar azmış gibi görünse de başka alanlarda devam etmektedir.
Çağdaş insan da mal ve para sahibi olmayı zenginlik olarak değerlendirdiği için tüm hayatı para kazanmak ve harcamak üzerine kuruludur. Bu anlayışla kendini zengin sayan insanlar, zenginliklerini korumak için çabalarken kendini fakir sayan insanlar bu fakirlikten kurtulma mücadelesi içindedir. Dolayısıyla insanoğlu ebedi bir mutsuzluk içerisinde yer alır.
İnsanlar mutsuzluklarının farkındadır ve mutlu olmak istemektedir. Ancak bunun nasıl yapılacağını bilmedikleri için ya eski dönemlerdeki gibi güç için savaşmakta ya da para kazanıp harcayarak mutlu olmaya çalışmaktadır.
Sanat, felsefe, sosyoloji, din gibi alanlarda çalışan kimseler gerçek zenginliğin ne olduğu ve insanı neyin mutluluğa, huzura götüreceği ile ilgili araştırmalar yapmıştır. Bu araştırmalarla klasik zenginlik anlayışının yanlış olduğunu gözlemlemişlerdir.
“Her ülkeden ve her inançtan din adamları Dünya nimetlerinden uzak durmanın ve manevi evrene yaklaşmanın insanı mutlu edeceğini ve huzura götüreceğini söylemekteler bunun için çeşitli seremoniler ve ibadet şekillerini yöntem olarak tavsiye etmektedirler.” Esas olarak dine karşı çıkan birçok felsefeci ve düşünür de din adamları gibi tümüyle maddiyatla ve güçle mutluluğa ve huzura ulaşılamayacağını, kaliteli bir yaşam sürülemeyeceğini söylemektedirler. Onlara göre mutlu ve kaliteli bir yaşam için hayatın anlamı sürekli sorgulanmalı, kişi bakış açısını zenginleştirmeli; resim, edebiyat ve müzik gibi sanat eserleri üretmeli ve tüketmelidir. Aksi takdirde bencilliği yüzünden insanlar acı içinde olacaktır.
Bu konu hakkında araştırma yaparken Alman asıllı Amerikalı, ünlü sosyolog Erich Fromm’un “Olmak ve Sahip Olmak” adlı eserine rastladım. Eserin tamamını okuma fırsatını henüz yakalayamasam da kitapla ilgili yorumları ( Aşağıda yer alan linklerden bulabilirsiniz. ) çeşitli sitelerden okudum. Erich Fromm bu kitabının tümünde sahip olmanın mutluluk getirmeyeceğini, sahip olma çabasının kişiye ve çevresine zararlı olabileceğini ele almıştır. Görmekte olduğunuz bu örnek cümleler, kitabın özeti niteliğini taşımaktadır. İlki kitaba göre klasik zenginlik anlayışının, ikincisi ise Eric Fromm’un tavsiyesinin sembolize edilmiş halidir.
“Bir çiçek gördünüz, sevdiniz, seyrettiniz, kopardınız ve götürdünüz; sahip oldunuz.
Ya da
Bir çiçek gördünüz, sevdiniz, seyrettiniz, hissettiniz, keyif aldınız; oldunuz.”
Bence gerçek zenginlik insanın içindedir. Ve insanlar iç zenginliğini arttırmak için çalışmalıdır. Düşüncelerimi; Romalı filozof, devlet adamı ve oyun yazarı Seneca’ya ait “Aza sahip olan değil, çok isteyen fakirdir.” sözü iyi bir şekilde anlatmaktadır.
Kaynakça:
http://www.neokur.com/kitap/160849/sahip-olmak-ya-da-olmak
http://blog.milliyet.com.tr/sahip-olmak-ya-da-olmak—/Blog/?BlogNo=303017