Okulda yine yorucu bir gündü. Bütün gün gürültüden başım ağrımıştı. Her koridoru döndüğümde bir bağırışma bir kavga vardı. Birbiriyle alay etmeden duramıyorlardı sanki. Kalp kırdıklarının farkında değiller miydi? Bu kadar mı önemsizdi duygular, bu kadar mı saygıları yoktu birbirlerine? Ama bırakın birbirlerine olan saygıyı, öğretmenlere bile hiç saygı kalmamıştı. Söz almadan konuşmalar, alaycı tavırlar…Neyse ki bu bitmek bilmeyen can sıkıcı okul gününe de noktayı koymuştum.
Okuldan dışarıya adım attım ve derin bir nefes aldım. Deniz kenarından eve doğru yürümeye başladım. Temiz havanın tadını çıkarmaya fırsat bulamadan iskeledeki adamı farkettim. Elinde bir sigara paketi, dünyada ondan başkası yokmuş gibi etrafa duman üflüyordu. Yanından öksürerek uzaklaşan çocukları bile umursamıyordu. İşini bitirdiğinde sigarasını söndürüp denize atması benim için son damlaydı. İçimde kabaran öfkeyle, dinlemeyeceğini bile bile adama yaklaştım ve omzuna dokundum. Yaptığının ne kadar pis bir davranış olduğunu ve başka insanlarla paylaştığı bu dünyada çevresini de düşünerek hareket etmesi gerektiğini söylesem de dinletemedim. Tabii, ne bekliyordum ki zaten? İnsanlara bile saygı duymayan bir toplumun çevreye saygı duyması şaşırtıcı olurdu.
Sinirli adımlarla eve doğru yürümeye devam ettim. Adımlarım hızla birbirini takip ederken bir yerlerden gelen bağırışma sesleri dikkatimi çekti. Kafamı kaldırıp baktığımda banka oturmuş kavga eden bir çift gördüm. O kadar yüksek sesle konuşuyorlardı ki dinlememek mümkün değildi. Adam kızın sözünü kesiyor, bağırmaktan kendi sesini duyamıyordu. Kız ise gözleri dolu bir şekilde ayağa kalktı. Onunla birlikte ayağa kalkan adam bir sürü kırıcı laf saydı. O anda genç kız dayanamayıp adama okkalı bir tokat attı. Çıkan sesle olduğum yerde donakaldım. Adam da neye uğradığını şaşırmış gibiydi. “Böyle olacaksa ayrılalım!” diyordu kız. Ama gözleri yaşlarla doluydu. “Son kararın mı?” dedi adam duygusuz bakmaya çalışarak. Ama bakışları acıydı. Onun da canı yanıyor gibiydi. Birbirlerini hala sevdikleri belliydi. Duyduğum kadarıyla kavga sebepleri gereksizdi ama konu öyle bir yere gelmişti ki ne birbirlerini duymaya çalışıyorlardı ne de kendilerini duyurmaya. Olay hakaret yarışına dönmüştü. Böyle bir konu için sevdiğini üzmeye değer miydi?
Köşeyi döndüğümde doğanın hediyesi olan yağmur bastırdı. Belki yağmur alıp götürürdü dünyamızın bütün kirini. Boş umutlarımla kapüşonumu geçirip yürümeye devam ettim. Az ileride bir sokak köpeği vardı. Beyaz tüyleri yağmurdan ıslanmış, kirden tozdan griye dönmüştü. Zavallı hayvan soğuktan titriyor, bir mağazanın dibine sığınmaya çalışıyordu. Köpeğin yaklaşmasıyla mağaza sahibinin ona tekmeyi basması bir oldu. Köpek korkudan ayağımın dibinde bitmiş, acıklı sesler çıkarıyordu. Adam ise arkasından benim ağzımın varmayacağı argo laflar bağırdı. Ağlayan köpeği sakinleştirmek için tüylerini okşamaya başladım. Köpeğin hızla alıp verdiği nefesler yavaşladı ve gözlerini kapatıp kafasını bacağıma dayadı. Bu masum hayvanı bu halde görmek içimi acıtmıştı. Herkese ve her şeye sinirliydim. Bu duruma daha fazla tahammül edemezdim. Köpeğe veda ederek adımlarımı hızlandırdım ve eve varana kadar da durmadım.
Odama adım attığım anda üstümdekileri bir hışımla çıkarıp kendimi yatağıma attım. Dünyanın ve insanlığın ne hale geldiğini farketmiştim. Gerçekler acıydı. Herkes neden bu kadar düşüncesizdi? İyi olmak zor değildi, insanlar neden zoru seçiyordu? Bir şeyleri değiştirmeye çalışsak ne kadar güzel olurdu. Başkalarını düşünmeye başlasak her şey farklı olabilirdi. Yepyeni bir dünyanın hayalini kurmaya koyuldum. Parasız çocuklara şeker veren güler yüzlü bakkal amcaların olduğu bir dünya… Artan yemekleri atmak yerine sokak hayvanlarına veren restoranların olduğu bir dünya… Çöpleri yerlere atmak yerine yere düşen çöplerin toplayan, çevresine zarar vermek yerine korumak için elinden geleni yapan insanların olduğu bir dünya… Suçu birbirlerine atmak yerine başlarını eğip hatalarını kabul eden, kavga etmeyi sevmeyen ilişkilerin olduğu bir dünya… Birbirlerini, eksik oldukları için eleştirmek yerine birbirlerinin açıklarını kapatan arkadaşların olduğu bir dünya… Derste kafasına göre değil öğretmene olan saygısından ayağa kalkan öğrencilerin olduğu bir dünya… Sevenlerin birbirlerini kırmamak için sustukları bir dünya… İnsanların farklılıklara rağmen değil farklı oldukları için sevildiği bir dünya… Şiddetin değil sağlıklı iletişimin tercih edildiği bir dünya… Belki de mümkündü böyle bir dünya. Belki de yarın uyandığımda her şey değişmiş olacaktı. Belki kâbustu tüm bu yaşananlar ve daha güzel bir gerçekliğe uyanacaktım. Bütün kalbimle öyle olmasını umarak kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Rahat bir uykunun ardından yatağımdan kalktım ve perdelerimi araladım. Gökyüzünde gördüğüm gökkuşağı bana az da olsa umut vermişti. Bulutların onca göz yaşından sonra, güneşin onlara hediyesi gibiydi bu renkli kuşak. Belki az da olsa renk kalmıştı bu siyah beyaz dünyada. Belki de yeni bir başlangıcın renkleriydi göktekiler. Bugünün her şeyin değiştiği o gün olmasını umarak evden çıktım.
Sokağa adımımı attığımda top oynayan çocukları gördüm. Kavga gürültü yoktu. Herkes mutlu, herkes huzurlu gorünüyordu. Yüzüme istemsizce bir gülümseme yerleşti. Dileklerim gerçek olmuş olabilir miydi? Bir gecede tersine dönmüş olabilir miydi bu dünya? O anda yaşlı bir amca görüş alanıma girdi. Pamuk şeker arabasıyla bütün top oynayan çocukların dikkatini çekmişti. Heyecanlanan çocuklar arabaya doğru koşuşturmaya başladılar. O sırada diğerlerinden daha cılız görünen bir çocuğu ittirdiler. Yere düşen çocuğun gözleri dolu doluydu. Eli yüzü kir içinde kalmış, gözlerindeki yaşlar akmasın diye dudağını sıkıca ısırıyordu. Diğerleri ise çocuğa gülüyor, ağlamamak için kendini zor tutan zavallı çocukla dalga geçiyorlardı. En masum canlı çocuklardır derlerdi ama bu masum insan yavruları bile kötülüğü öğrenmişti. O an büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Eğildim ve küçük çocuğu yerden kaldırdım. Kimi kandırıyordum ki? Kurduğum hayaller gerçek olamayacak kadar güzeldi…