Çoğu kişinin düşündüğünün aksine insanlık, yerleşik hayata geçip tarımla uğraşmaya başladığı antik zamanlardan beri genetik mühendislik ile uğraşmaktadır. “Yapay seçilim” olarak da tanımlanan, bir organizmanın istenen özelliklere sahip olanlarının soylarının türetilmesiyle gerçekleşen metot, öğünlerimize sıkça konuk olan birçok sebze ve meyvenin bugünkü haline kavuşmasının altında yatan baş faktördür. Uygarlıklar ve bazı parlak insanlar, kabaca sahip oldukları bilgileri kullanarak veya bazen istemsizce de olsa yapay seçilim yapsalar da işin usulünü, yani genetik mühendisliği, tam olarak kavrayamamıştır. Ta ki DNA’nın keşfine kadar.
1950’li yıllarda James D. Watson ve Francis Crick’in DNA’nın (Deoksirübo Nükleik Asit) işlevini ve yapısını keşfetmesi ile genetik mühendislik tam anlamıyla çağ atlamıştır. Bilim, her canlının referans aldığı bir genetik kodunun olduğunu ve bu kodun da canlının biyolojisinden fizyolojisine kadar tüm yapısının hangi özelliklerle nasıl hayat bulacağına karar verdiğini öğrenince doğal olarak araştırma ve anlama arzusu içerisine girmişlerdir. Daha derin araştırmalar, bizi günümüz biyoteknolojisi ve genetik mühendisliği ile karşılaşmıştır. İnsülin üretimi, gece parlayan balıklar, genetiği değiştirilmiş besinler, petrol tüketen bakteriler bu uygulamaların güzel birer emsalleri olabilmektedir.
Tabii bilim, böylesine kudretli bir gücü bir bedel ödemeden edinememiştir. Çünkü günümüz genetik mühendisliği, hem meşakkatli hem de uzun soluklu bir bilim dalı olmaktan da öte, büyük paralar akıtılması gereken de bir sektördür. Bazen tatmin edici sonuçlar almak ayları, hatta yılları kolaylıkla insan ömründen çalabilmesi bilim insanlarını farklı bir arayışa düşürmüştür. Bu arayış da bütün insanlığı geleceğini kökünden değiştirebilecek bir keşfi yaparak yeni bir çağ daha başlatmıştır: “CRISPR Cas9” Teknolojisi.
“Düzenli Aralıklarla Bölünmüş Palindromik Tekrar kümeleri”, kısaca CRISPR, vücudumuzda her gün defalarca Cas9 adlı bir protein tarafından ifa edilen bir “DNA görevinden” yararlanarak geliştirilmiştir. Bu görev, genellikle saldırılara karşı bağışıklık geliştirmek amacıyla saldırganın DNA’sının Cas9 proteininde kaydedilmesi ve bu DNA’nın savunan hücreninkinde bulunması durumunda Cas9 proteini tarafından kesilerek etkisiz hale getirilmesidir. Bilim insanları ise istedikleri bir geni referans olarak Cas9 proteinine enjekte ederek proteinin aynı işlevi istenen şekilde gerçekleştirmesini sağlayabiliyorlar. Bu sayede genetik bilimciler hastalıklı veya bozuk genlerin çok kısa zamanlar içinde saptayarak kanser ve Down sendromu gibi birçok hastalığı tedavi edebileceklerini düşünüyor. CRISPR teknolojisini bu kadar önemli kılan asıl faktör ise kusursuz şekilde gen parçacıklarını tespit edebilmesi ve basit bir tekniğe sahip olduğundan ötürü minik bir laboratuvarı olan herkesin CRISPR’dan yararlanabilmesi.
Ayrıca, CRISPR teknolojisinin çok daha ilginç ve gizemli olduğu da göz ardı edilemez bir gerçek. Catherine Buchaniec, “CRISPR/Cas9, dünyayı kökünden değiştirebilecek bir potansiyele sahip. Fakat insan etikleri yapılabilecek tüm gelişmelere gölge düşürecektir.” diyerek madalyonun ters tarafını çeviriyor. CRISPR ve vaat ettiği bütün güzellikler bir yanda dursun, sonsuz olasılıklar büyük endişelere de neden olabiliyor. Misal, artık bu teknolojinin “genetik modifikasyon geçirmiş bebekler” üretebileceğini biliyoruz. Bebeğinizden kalıtsal bir hastalığı silebiliyorsanız, neden şirketlere kasa kasa para ödemek şartıyla ona daha güçlü bir bağışıklık sistemi vermeyesiniz veya hiçbir zaman bozulmayacak gözler, kusursuz bir güzellik ya da sportif bir beden? Peki ya bir diktatörün yüzlerce genetik olarak güçlendirilmiş “süper askerler” geliştirerek yenilmez bir ordu kurması? Korkutucu, ama hepsi ihtimaller arasında ve teorik olarak gerçekleştirilebilecek uygulamalar, tabii ki de CRISPR sayesinde.
Geleceği göremeyiz. O yüzden hiçbir şekilde genetik mühendisliğin 40 ile 50 yıl sonra nasıl bir raddeye gelebileceğini sadece öngörebiliriz. Hepimiz her insanın sağlıklı olduğu, bahar alerjisi veya kanser olmadığı bir dünya hayal etse de CRISPER Cas9 bizlere totaliter rejimlerin veya “genetik ayrımcılığın” kural sürdüğü, üstünün, mağlup olanı ezdiği bir gelecek de sunabilir. Öyle ya da böyle, kabul etmeliyiz ki artık hiçbir zaman kapanmayacak bir kapı açmış bulunmaktayız.