İnsanlar yerleşik hayata geçtiğinde avlanacak hayvanlar ile daha az karşılaştılar. “Acaba bitkileri yayarak onlardan beslensek…” bu düşünceleri hem onların yerleşik hayata geçmelerini sağlamıştı hem yerleşik hayatın onları ittiği bir uçurum olmuştu. Tarım yaparak hasat elde etmiş, bunları da yiyecek yapıp yaşamlarını devam ettiriyorlardı. Ta ki ihtiyaçları olan hasılat insan sayısından daha fazla olana kadar… Üstelik ne hastalıklar bitiyordu ne de nüfus artışı. Bu durumda ellerindeki tek kozu kullandılar. Lakin bilmedikleri bir sorun vardı, doğaya karşı savaştıklarını düşünen insanlar aslında gelecek nesillere karşı savaşıyorlardı.
Günümüze gelecek olursak daha çok problemle karşılaşmış oluruz. Amerikanlar kanser ile mücadele ederken Afrika açlıkla boğuşuyor, Çin vahşi hayvanları sofralarda sunarken İzlandalılar sebze bulamıyor. Ama tüm bu karmaşanın içinde kimse bir diğerini düşünmüyor. Bunu yapmak da bilim insanlarına düşüyor. Yiyeceklerin genetiğini değiştirerek her hale ve şekle uygun hale getiren bilim insanları, bunun açlığa bir son olabileceğini düşünmekte. Daha kısa sürede daha çok ürün hasat edilebileceği düşünülürse bu mantıklı ve kolay gözükmektedir. Özellikle de artan popülasyonun kişi başına düşen yemeği azaltması ele alınınca pek çoğumuz bu seçeneğin kulağa cazip geldiğini düşünecektir. Ancak Meksika’da GDO içeren ürünlerin halka alerjik reaksiyonlar yaşatmasından sonra yine birçok insan bunun zararlarının sadece bilim insanları tarafından bilindiğini fark etmiştir.
Peki ne yapabiliriz başka bir yol var mı? Diğer bir yol ise pek hoş karşılanmamaktadır. Kişi başına düşen yiyeceğin azalmasını durdurmak için yiyeceği artırmak yerine insanı azaltmayı düşünmüştür. Lakin tahmin edebileceğiniz gibi bu düşüncenin etik olmadığını, insanlık dışı olduğuna karar verildi. Farklı kaynaklara ve düşünceler bu yolun gizliden gizliye uygulandığını savunmaktadır ama bunu kanıtlayacak bir kanıt olmadığından bu görüşler komplo teorileri olarak tarihin tozlu sayfalarında kendine yer edinmiştir.
GDO’ya geri dönecek olursak açlığa son bulmak bir tarafa, bu organizmaların Dünya’nın her yerine dağıtılabilmesi bile bir muamma haline gelmiştir. Proteinlerin kodlanarak değiştirilmesi güzel bir fikir olarak görünse de zararları daha ağır basmaktadır. Zaten açlığa mahkum bırakılan insanların böyle olmasının sebebi yaşadıkları bölgede yiyecek olmaması değil, tarımda modern yöntemleri kullanamamalarıdır. Yani organizmaların genlerini değiştirerek riskli bir hale getirmek yerine gerekli araçlar sağlanırsa insanlar bu durumdan da kurtulmuş olacaktır. Sonuç olarak GDO ve türevlerinin küresel açlığa çözüm olamayacağı kanıtlarla kesinleşmiş olup pek çok kişi tarafından kullanımları reddedilmektedir. Bu durumda da bunları kullanmak da en az nüfusun azalmasını sağlamak kadar yanlış ve insanlık dışı olacağından 3. seçeneğe yönelmek verilebilecek en iyi karar olacaktır. Eğer yaşadığımız Dünya’nın kıymetini bilip sürdürülebilir hayatı da bir seçenek olarak görürsek ne GDO’ya ne de nüfusun eksilmesine gerek kalacaktır.