Son zamanlarda oldukça popüler olan genetik kopyalama, geleceği değiştirebilecek güce sahip bir uygulamadır. Bu uygulamaya göre amaç, tek bir gen veya kökenden hepsi aynı olan DNA popülasyonu elde etmektir. Sosyal, ekonomik, sağlık, hukuk ve güvenlik gibi alanlarda etkili olan bu uygulama hakkında tartışmalar devam etmektedir.
İlk kez 1995 yılında Dolly adlı bir koyunda uygulanan bu yöntem, ilk etapta klonlanması istenilen canlının gen haritasını açarak yapılır. Canlının ’’genom’’ adı verilen hücre çekirdeği kopyalanarak laboratuvar ortamında aktarımı sağlanır. Tabii ki, burada hijyenik ve etik olarak adlandırılan değerler göz önünde bulundurulmalı, zararlı olabilecek her türlü etki ortadan kaldırılmalıdır. Son aşama ise alıcının embriyosuna bu genomu taşımaktır. Kopyalanan canlının hayatta kalma ihtimali ise %30-%35 olarak açıklanmıştır. Ama bilim her türlü riski göze aldığı için bu büyük bir sorun teşkil etmemektedir.
Genetik kopyalamanın özellikle sosyal değerler üzerinde büyük etkisi vardır. Pek çok bilim adamı ve yönetici bu uygulamaya farklı gerekçeler ile karşı çıksa da beni en çok etkileyen Papa 2. Jean Paul’un şu açıklaması olmuştur: ‘’İnsan embriyosu üzerinde bilimsel çalışmalara kesinlikle izin verilmemelidir.’’ Hepimizin bildiği gibi gelişen teknolojinin de etkisiyle gerek insan DNA’sı gerekse hayvanların üzerinde hayati öneme sahip deneyler yapılmaktadır. Başarısız olunması sonucunda dengeyi altüst eden bu deneylere son derece karşı çıkılmaktadır.
Buna ek olarak kopyalanan canlıdaki gelişim bozuklukları ve erken yaşlanmanın yanı sıra gen çalışma prensiplerindeki hatalar ve bu yöntemin farklı biyoteknoloji firmaları tarafından ele geçirilmesi sonucunda ekonomik dengenin bozulması da olumsuz sonuçlar çerçevesinde ele alınabilir. Başarısızlık oranı %97 olan ve ilk klonlanan canlı olan Dolly’ nin üzerinde bile 276 deneme yapılması sonucu sadece 29 yaşayabilir embriyonun eldesi, onların arasından da 3 tanesinin yaşaması bizleri büyük oranda düşünmeye itmiştir.
Son derece tehlikeli ve riskli olan insan klonlaması fikri de kanunlar ile koruma altına alınmıştır. İnsanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak görülen ve toplumsal düzeni bozabilecek olan bu uygulamanın cezaları da bir hayli ağır olmaktadır. Zaruri olmadıkça kullanılmaması gereken bu teknik bilim adına büyük önem arz etmektedir.
Sağlık alanı ise oldukça hassas bir konudur ve bu yöntemin tedavi amaçlı kullanılmasına izin veren bir alandır. Çoğu insanın korkuları ve şüpheleri doğrultusunda araştırma yaptığı bu konu hücrelerin tedavisi için olumlu sonuçlar doğurmaktadır. Bu yöntem sayesinde protein üretimi yapılabilir, hayvanlara uygulanması sonucunda ise pronükleer enjeksiyon sayesinde deneyde kullanılacak hayvanların sayısı yarıya düşürülebilmektedir. Bu işlem sonucunda en önemli gelişme ise serum albumini olmuştur. Yanık ve yara tedavisinde kullanılan bu ürüne olan talep 600 tondur.
Aynı zamanda bizler de avcılık, ölüm, seçilim gibi etkenlerin sonucunda canlı türlerinin soyunun tükendiğine şahit olmaktayız. Gen klonlaması yardımıyla nesli tükenen canlıları koruma altına almak mümkündür. Bu hayvanlardan bulaşması muhtemel hastalıkların ve geçmişten günümüze birçok canlının ölümüne sebep olan kanser hastalığının önüne geçilmesi de bilim adına büyük bir gelişmedir.
Genetik dalının büyük bir gizem üzerine kurulu olması ve geleceğe büyük bir yatırım sağlayacak olması nedeniyle büyük ilgi görmesi dünya açısından farklı sonuçlar doğuracaktır. Olumlu veya olumsuz etkilerin de yardımı ile bilimin uçsuz bucaksız bir deniz olmasının nihayetinde, insanlık ve çevre tarihi için en doğru sonucun uygulanacak olduğuna eminim. Bu süreçte bizlere düşen görev ise bilimsel gelişmeleri takipte kalmak ve topluma yardımcı olacak her türlü çalışmaya destek olmaktır.