Ülkemizde eğitim ilkokuldan başlayıp üniversiteye kadar zorunlu tutulmaktadır. Bu süreç içerisinde milyonlarca çocuk eğitim ve öğretimle harmanlanıp birer bireye dönüştürülür. Yetişen bu bireyler ise içinde yaşadığımız toplumu oluşturur.
Hemen hemen her ülkede eğitim sistemi benzer yaş aralıklarındadır. Fakat önemli olan sistemin kendisi yani içeriğidir. Eğitim sistemimizi, daha doğrusu müfredatımızı incelediğinizde gerekli ve temel bilgilerin dışında çok fazla ayrıntılı, ezbere dayalı bilgilerin olduğunu da görebilirsiniz. Peki, öğrenciler bu bilgileri neden öğreniyor daha doğrusu ezberliyor? Hepsi sadece geleceklerinin tamamını belirleyeceklerini düşündükleri sınavlara hazırlanmak için. Gerek lise sınavı olsun gerek üniversite sınavı olsun daima ortada yarış sistemine sürükleyen bir sınav bulunmakta.
Bilgi çapında maksimum ezber düzeyinde bir sistem oluşturulması demek yaratıcılık ve düşünme yetilerinin minimum seviyede kullanıldığı bir sistem demektir. Bir ülkenin hatta sadece ülke olarak düşünmeyelim herhangi bir varlık olarak düşünelim. Bir varlığın gelişmesinde iki ana etken vardır. Bunlardan birisi tecrübe iken diğeri de yeniliklerdir. Bu bilgiyi esas alarak günümüzde gelişmiş ülkelere bakacak olursak hepsinin bu iki özelliğe sahip olduğunu görebiliriz. Gelişmek için önce hata yapılmalı daha sonra bu hatalardan ders çıkarılıp tecrübe edinilmeli. Daha sonrasında ise bu sorunlara yaşanılan döneme uygun inovatif çözümler bulunmalı ki işte bu kısım tamamen yaratıcılık ve üretkenlik gerekiyor. Üretken bir toplum oluşturmanın ilk adımı fikir üretebilen bireyler yetiştirmektir, ders kitaplarını ezberleyebilen değil…
Maalesef ülkemizdeki eğitim sisteminde gençler birer üretici olarak değil yarış atı olarak görülüyor. Bu konuda Ahmet Ümit’in “Bize çalışkan köleler değil, yaratıcı zekâlar gerek” sözü acı ama gerçek durumumuzu yansıtıyor.
Peki, bu sistemde nasıl bir değişiklik yaparsak çözüme bir adım da olsa yaklaşmış oluruz? Öncelikle çocuklar İlkokul ve anaokulu çağlarında derslerle boğulmak yerine sosyalleşme ve yaratıcılık becerilerini geliştirebilecekleri aktivitelere yönlendirilmeli. Her çocuğun ilgi alanı bireysel olarak belirlenip daha sonra benzer ilgi alanlarındaki çocuklara beraber eğitim verilmeli. Ortaokul ve lise çağına gelen çocuklar ne olmak istedikleri doğrultusunda mesleki gölge etkinliklerine katılıp o mesleği yapan insanları iş esnasında iş sahasında inceleme fırsatı bulmalılar. Müfredattan fazladan ayrıntı içeren ezber bilgiler çıkarılıp öğrenciler düşünmeye ve yorumlamaya teşvik edilmeli. Sanat ve spor ülke çapında yüceltilmeli ve bu alanlarda daha fazla iş alanı oluşturulmalı. Spor, sanat, felsefe gibi dersler boş ders olarak görülmeyip en az diğer dersler kadar değer görmeli.
Bu saydıklarım sadece değişimin başlangıç aşamasındaki adımlardan birkaçı. Eğer bu tür değişimler başarılı olursa birçok insan kendini keşfetme fırsatı bulabilir. Bu fırsatlar insanların nasıl bir iş ile uğraşmak istedikleri konusunda onlara öncülük edecektir. Böylece insanlar işlerini severek yapacak ve üretkenlik seviyesi de artacaktır. Unutmayın ki severek yapılan her iş yaratıcılığı tetikler. Yaratıcılık ise tecrübe ve üretimle birleştiğinde toplumları gelişmekte olan kategorisinden gelişmiş kategorisine taşır.