Zaman makinesi ile ilk yolculuğumdayım. Açıkçası çok gerginim çünkü 2053’e gidiyorum, arada 32 yıl var haliyle yolum uzun yolculukta geçirdiğim ve geçireceğim hayatı sorgulamaktan başka bir uğraşım yok gibi görünüyor. Önce biraz geçmişte yaptığım hataları daha sonrasında ise yapacağım muhtemel hataları düşündüm, geriye kalan vaktimde ise gidiyor olduğum yılın nasıl olabileceğini tahmin etmeye başladım. Aklımdaki sorulara cevap bulmayı umuyorum. Mesela dolar kaç TL oldu? Ailem hala hayatta mı? Anneme söz verdiğim çiftliği alabildim mi? İnsanlar hala nefret dolu mu? Dünyaya bir iz bırakabildim mi? Aslında bu zamana kadar dünyanın sonu gelir diye düşünmüştüm, geldi mi?
Şu an 2029 yılının üstünden geçiyorum babam hala Erbil’e gidiyor anlaşılan, uçağı yanımdan geçti. Kardeşim büyümüş, okula gidiyor. 2033 yılı civarlarındayım. Binalar yükselmiş, parklar boşalmış, Ankara’nın bitki örtüsü beton olmuş. Annem üniversiteden mezun olup edebiyat öğretmeni oluş, insanlara hayatıyla ilham vermeye devam ediyor. Abim iyi bir girişimci olmuş. Aaa o da ne! Kardeşim liseye başlamış ve ilk kez aşık olmuş. Tek bir sorun var kendimi bulamıyorum! Anlaşılan artık Ankara’da yaşamıyorum Amerika’ya bakmam gerek umarım oradayımdır. İşte ordayım ve görüyorum ki istediğim hayatı elde etmeyi başarmışım. Kendimle gurur duymaya başladım. 2042’deyim nefes almak gerçekten çok zor. İnsanları zar zor görüyorum. Görüş mesafesi azalmış. Egzoz dumanı gerçekten çok ağır. Gördüğüm hiçbir insan mutlu değil. Herkes masa başında çalışmaktan kamburlaşmış. Çocuklar artık çocuk değil birer yarış atı. Gülümsemeyi unutmuş insanlar. Sanatı kaybetmeye başlamışız. Öyle bir dünya olmuş ki her halk kendi celladına aşık olmuş, balta girmemiş orman kalmamış. İnsanlar nefretle dolmaktan hiç bıkmamış. 2050 yılı yakınlarındayım. Dünyada hastalıklar çoğalmış, ölümler artmış. her yer kuraklaşmış, çöllere yağmur düşmüş. Her şeyin doğalına olduğu gibi raflardaki doğal mutluluğun yerini de paketlenmiş hormonlu mutluluk almış. Kimse dönüp bakmamış dünyaya, kimse sorgulamamış hayatını. Herkes hayatını küçücük akıllı kutularına sığdırmış, sığmayanını da bilgisayarına aktarmış. Yıl olmuş 2051 kardeşim anneme dört yaşında verdiği sözü tutup ve doktor olmuş. İki tane de kızı olmuş. Abim al sat yaparak kazandığı parayla hayali olan Ankara’nın tek komşuluk kalan mahallesine taşınmış ve onun da iki tane birbirinden tatlı çocukları olmuş. Babam sonunda emekli olup hep hayalini kurduğu o bahçeyi alıp tarım yapmaya başlamış. Annem de emekli olmuş kalan vaktini ise ikinci kitabını yazarak geçiriyor. Ben sonunda kendi şirketimi açmış, anneme sözünü verdiğim çiftliği almış ve NASA ile anlaşmalar imzalamaya başlamışım bile. Yıl 2052 Dolar 56 lira olmuş, mevsimler tersine dönmüş, kıble artık Güney değil Kuzey olmuş. Dünya’nın manyetiği tamamen değişmiş. Sonunda vardım. 2053’deyim artık. Aylardan Ocak sanırsam ama hava çok sıcak. Şu an sanırım Ankara civarlarındayım ama kimse yok. Çok yalnızım, sokaklar tamamen boşaltılmış. Peki yolda gördüğüm onca anıya ne oldu? O kadar insan nereye kayboldu? Ailem nerde? Korkmaya başladım. Anne, baba neredesiniz? Abimi bulamıyorum, peki kardeşim nerde?
Sokakta ağlayarak dolanırken üç ay öncesine ait bir gazeteye rastladım. Gazetede, çıkan yeni salgın nedeniyle dünya nüfusunun sadece yüzde otuzunun kaldığı kalanların ise öldüğü yazıyordu. İyice korkmaya başladım. Kendime bakmak için Amerika’ya gittim yine sokaklar bomboş bazı evlerin içinde insanların olduğunu görebiliyorum. Biraz olsun rahatlattı bu durum beni. Peki ben neredeyim? Bulamıyorum kendimi! Ellerim yok olmaya başlıyor, toza dönüşüyorum. Ölmüş olmalıyım.