The case is being heard at the Central London County Court

Geleceğim Ne Kadar Parlak?

Bir sabaha gözlerimi aralıyorum. Esneyerek bembeyaz yatağımdan alarmımı kapatmaya çalışıyorum. Bir süre bunun için mücadele ettikten sonra bu savaşı ben kazanıyorum. Yatağımın hemen yanındaki terliklerimi alarak ayağıma geçiriyorum. Hızlıca odanın diğer ucundaki pikaba gidip plaklarım için özel olarak yaptırdığım raftan Frank Sinatra’nın ‘Classic Sinatra II’  plağını alarak, zarifçe pikaba yerleştiriyorum. Odayı ‘Stardust’ şarkısı kapladığında yüzümde hafif bir tebessüm oluşuyor. Yavaşça bir kuğu kadar beyaz olan perdemi aralıyorum. Dışarıda gördüğüm manzara beni benden alıyor. Önümde bir göl, karşısında aynı benim evim gibi bir ev, daha sonra da sanki sonsuzluğa doğru giden bir orman (görsel 1) . Bir süre burayı izleyerek bir sürü hayal kuruyorum. Daha sonra da yavaş adımlarla banyoya doğru ilerliyorum.

Kapıdan çıkar çıkmaz odamın tersine rengarenk bir koridor karşılıyor beni. Koridorda 80-90’lara dair her şey var. Gaz lambası, patenler, walkman, sanal bebekler, hatta birkaç tane Barış Manço plağı ile süslenmişti burası. Buradan geçtikten sonra banyo sağda kalıyor. Oğlumun odası ise solda. Kapısını hafifçe aralayarak içeriye bakıyorum. Kocam ile oğlum beraber sarılarak yatmış uyuyor. Onları uyandırmamak için sessizce kapıyı kapatıp banyoya geçiyorum. Günlük işlerimi hallettikten sonra oradan çıkıyorum. Dolabıma gidip bir tayt ve tişört kapıyorum. Hiçbir şey benim sabah sporu yapmamı engelleyemez. Gölün etrafını turladıktan sonra  kendimi banyoya atıyorum. Banyo tamamen gri tonlarından oluşuyor. Duşumu aldıktan sonra tepesinde kocaman bir güneş olan gümüş bir aynaya bakarak maskemi yapıyorum. Maske ile beraber giyinme odama gidiyorum. Onca kıyafet arasından o güne yakışanı usulca seçiyorum. Onları üzerime giyerek tekrardan banyoya dönüyorum. Maskemi yıkadıktan sonra makyaj malzemelerimi alarak makyajıma başlıyorum. Yaklaşık 10-15 dakika sonra işim bitiyor. Antreye gidip ayakkabılarımı giyerken bir ses duyuyorum. ‘Anne cübbeni unuttun.’ Her sabah bana bunu hatırlatması çok hoşuma gidiyor. Ona sarıldıktan sonra arabama doğru ilerliyorum.

Kısa bir yolculuktan sonra şehir merkezine geliyorum. Arabamı park ettikten sonra iş yerimin olduğu plazaya giriyorum. Asansöre ulaştığımda 22. Basarak bekliyorum. O sırada asansöre binenlerle selamlaşmayı unutmuyorum tabi ki. 22. kata vardığımda kartımı okutarak odamın kapısını açıyorum. Masamın üzerinde birçok dosya ile karşılaşıyorum. Tabi İngiltere’nin en iyi firmalarından olmak biraz zor olabiliyor. Bu dosyaları öğlen yemeğine kadar bitirmem gerekiyor çünkü tüm davalarım öğleden sonra başlıyor. Ve işte hazırım, işime başlıyorum…

Yaklaşık 4-5 saat sonra dosyalarım bitiyor. Tam da o sırada alarmım çalıyor. Yemek vakti. İş yerindeki en yakın arkadaşımı arayarak onu kafeteryada beklediğimi söylüyorum. Daha sonra plazanın en üst katına ,25. kata, çıkarak onu bekliyorum. O da geldiğinde yemeğimizi alarak güzel bir yere oturuyoruz ( görsel 2) . Aceleyle yemeğimi yedikten sonra ona el sallayarak arabama doğru gidiyorum. Elbette yanımda birkaç dosya ile. 10 dakikalık bir yolculuktan sonra Central London County Court’a varıyorum. Cübbemi giyerek elimdeki dosyalarla kendine güveni tam olan bir avukat gibi içeriye giriyorum. Duruşmanın olduğu salonun önüne gidiyorum ve müvekkilimle konuşuyoruz. Daha sonra savunma gibi klasik şeyler. Akşama kadar da bu şekilde sürüyor.

Orada işim bittiğinde oğlumun ana sınıfına gidiyorum. Onu aldıktan sonra beraber eve gidiyoruz. Eve geldiğimde onunla oyun oynuyoruz ve bazenleri de beraber yemek yapıyoruz.  Daha sonra eşim geliyor eve. Yemeği hazırlamamda yardımcı oluyor. Ailecek, hiçbir şeye değişmeyeceğim bir  yemek yiyoruz. Haliyle iş güç yoruluyorum. Oğlumu yatırdıktan sonra elime aldığım çayımla göle karşı kitap okuyorum. Daha sonra ise pijamalarımı giyip, oğlumu öpüp gözlerimi kapıyorum.

Size göre oldukça klasik gelen bir hayat, başka birine oldukça ilginç gelebilir unutmayın. Ve en önemlisi en iyisi için daima çalışın.

(Visited 76 times, 1 visits today)