Öğle güneşinin kavurucu sıcağı değdiği yeri kavuruyordu. Arabanı tekerleri, değdiği o tanıdık yoldan bir toz bulutu kaldırırken adeta anılarımın üzerinde birikmiş tozları süpürüyor; her birinin gözlerimin önünde canlanmasını sağlıyordu. Ben zihnimin içinde kaybolmuşken yolun bittiğinin farkına varmamı sağlayan arabanın önüne atlayan yaşlı, tüyleri kırçıllaşmış, suratından besbelli huysuz ve hasta görünümlü bir köpekti. Anlık korkum irkilmeme sebep olmuştu ya nabzımın hızlanması bundan mıydı yoksa içimde giderek büyüyen huzursuzluk ve gerginliğin sonucu muydu ayırt edemedim o an.
Ne kadar orada öyle arabanın içinde oturdum bilmiyorum ama artık zihnimdeki sıkışıklığın ben bir şey yapmadan geçmeyeceğini anlamış olacağım ki yavaş yavaş, belki de biraz isteksiz bir tavırla, kapıyı açtım ve yere ayaklarımı bastım. Sahi; kaç yaşındaydım ayaklarımı bu kızıl topraklara son defa bastığımda, ne kadar büyümüştü yerde bıraktığım ayak izleri? Nihayet topladığım azıcık cesaretle kafamı kaldırıp gözlerimi çevrede üstünkörü bir şekilde gezdirdim. Duvarların kireç rengi boyaları dökülmüş; pencereler patlamış; kimi kapılar kırılıp yer indirilmiş, kimi ardına kadar açık; ağaçların sayısı hatırımdakinin belki yarısı, boyları belki üçe belki dörde katlamış. Hafif meltemin öttürdüğü ıslığa eşlik eden martılar dışında etrafa sessizlik hakim. Ayaklarım yere bastığından beri içindeki gürültü ve karmaşa dinen zihnim bu sessizliği sağır edici kılıyor. Buna rağmen dinginleştiğimi hissediyorum o anda.
Acaba hep böyle miydi diye soruyorum kendime fakat hafızamdaki çocuk cıvıltıları, mutfak pencerelerinden gelen çatal bıçak sesleri, büfe önündeki gazete kuyruğu ve sohbetlerin uğultusu sorumu cevaplamama yetiyor da artıyor bile. Kesinlikle böyle değildi. Ama dünyanın her yerine uğrayan ve rüzgarıyla geçtiği yeri silip süpüren zaman burayı da es geçmemişti maalesef. Bu düşünce kalbimi sıkıştırdı. Bütün anılarımız harabeler ve sarmaşıklar arasında boğulmuş gibi hissettim.
Gözlerim dolmuş, tam oradan uzaklaşmak üzereyken omzuma bir el dokundu. İrkildim. Hızla gözlerimin buğusunu silip arkama döndüm. Karşılaştığım simanın belki içime biraz su serpmesi gerekirdi ama nasılsa daha da duygusallaştırdı beni. Çocukluğumun ufak bir parçası kanlı canlı karşımda duruyordu adeta. Mahallenin eskilerinden kalma yaşlı teyzenin arkadaşlarımla bana pişirdiği yemekler, verdiği ufak tefek hediyeler gözlerimin önünden geçerken aynı hisleri onun kenarları kırışmış gözlerinde de gördüğümü sandığım an boynuna sarıldım. Fazla konuşmasak da hislerimizin aynı olduğu belliydi. Onun o minik, ağaçları arasında kaybolmuş evinin bacasından tüten dumanı gördüğümde biri boğulan anılarımıza nefes olmuş gibiydi. Bir gün bunun da biteceğini bilmeni burukluğunu hissetsem de içimdeki huzursuzluk dinişti artık.
Çıkarken nereye gittiğimi ve ne aradığımı bilmediğim yoldan tamamlanmış döndüğüm hissiyle bitirdim günümü. Bazı şeylerin farkındalığı oluşmuştu kafamda. Meğer o dört duvarları ev yapanlar içindeki aileler; sokakları mahalle yapan toz toprak kaldırıyor, çiçekleri eziyor diye kızdığımız çocuklarmış. Memleketi memleket yapan içindeki insanmış