Güneşin doğmasına çok az kalmıştı. Ben hala bekliyordum ki kuşlar yeni bestelediği şarkıya başlasın, doğal bir müzik dinleyeyim. Bir anda bir telefon çaldı. Saat daha 6.00 bile değildi oysaki. Olan oldu, bir anlık bir şeyle açtım kayıtsız numarayı. Bir adam konuşmaya başladı. Ama normal değildi sesi. Sanki bütün gece insanları aramış, yaptığı işten bahsedip onları ikna etmeye çalışmıştı. Dedemin bile sesini bu kadar yorgun duymamıştım ben. O an o adamın sesini duyunca o kadar acımıştım ki, bir uyku sersemliği ile dediği her şeye inandırmıştı beni. Sanmıştım ki rüya görüyordum lakin rüya değildi. Konuşurken ne konuştuğunu farkında değildi bence bu yaşlı beyefendi. Telefonu açar açmaz bir selam dahi vermeden acılı hayatını anlatmaya başlamıştı. Ama o kadar emindim ki dolandırıcı olmadığından ne kadar konuştuysa dinledim. Bu gariban adamın meğersem 4 ayrı tehlikeli şahısa çok büyük borçları varmış. Ben de öylece dinliyorum masum bir hayat hikayesi sanıp. Beni ona yardım etmem için Adana’ya çağırdı, ve hatırlatırım saat daha sabahın altısı. Evet ilk ben de aynı tepkiyi verdim. “Sabahın altısında Adana ne alaka?”. Ama gerçekten çok üzülmüştüm ve hemen hazırlanıp para dolu çantamla 5 saatlik bir yolculuğa çıkmam gerekiyordu.
Hani sabah erken bir saatte arabanın radyosunda birkaç müzik çaldıktan sonra radyolar haber sunar ya, tam ben o haberleri dinlerken muhabir tek bir cümleyle beni yol boyu çok ağır bir şüpheye düşürdü. “Son günlerde kendini acındırarak para koparmaya çalışan cani insanlar fazla gündemde. Lütfen dikkatli olun!”. Hayır, ben eminim. Benim konuştuğum adam yalan söylemiyordu. Kalbimi buna inandırmayı başarsam bile beynim hala bana radyodaki habere inanmamı söylüyordu. Ben kalbimi dinleyip yolumdan sapmadım ve Adana’ya gitmeye devam ettim.
Bir türlü varamamıştım ama yine beni sabahın erken satlerinde arayan o amca aradı. Nerdesin yavrum, geliyor musun dedi. Yoldayım abi geliyorum hiç merak etme diye yanıt verdim ben de. Hayır, gerçekten rol yapıyor olamazdı. Çünkü yolda olduğumu söylediğimde adamın sesindeki o mutluluğu duydum ben.
Olan oldu ve artık gerçeği öğrenme vaktiydi. Gariban adamın verdiği adrese gittim. Pek köşe bucak ve karanlıktı. Ben küçüklüğümden beri öyle yerlere tek başıma girmekten çok korkarım. Bu yüzden 155’i aradım ve bir polis abiyle birlikte verilen adrese gittik. 4 tane takım elbiseli karanlık tipli adam durmuş bekliyor girişte. N’oluyor dedim kendi kendime. Gariban amcayı aradım, gördüklerimi betimledim. Hayır, olamaz öyle bir şey dedi. Iyi peki, Siz çıkın o zaman dışarı da göreyim dedim. Ben dışardayım zaten dedi. Acaba dedim… Bu adam akıl hastası olabilir mi? Tam ben bu konu hakkında çok derin düşünürken polis abiyle saklandığımız o aşırı gizleyici (!) çalılardan girişte bekleyen dört karanlık adama gözüktük. O sözde olacak “polis” aslında onların adamıymış. Biz başından beri mafyalardan saklanıyormuşuz ki aslında polis de mafyaymış. Bir para dolu çantaya, bir mafyaya bakıyordum. Bu beş mafya geldi sardı etrahafımı. “Ya elindeki çantayı verirsin, ya da içerde çok güzel bir bekleme odası var. Orada bekleyebilirsin ama bekleme süren azıcık uzun sürebilir.”. Çok keskin bir korkuyla oradan uzaklaştım ve o yaşlı gariban amcaya birdaha hiç ulaşamadım. Belki de bu mafyalara borcu vardı ve o yüzden çantamı çaldılar . Gerçekten hiç bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey varsa o da o telefonu en başından beri hiç açmamış olmam gerektiği…
Gariban Borçlu
(Visited 46 times, 1 visits today)