Merhaba, ben Fırtına. Hava olayı olandan bahsetmiyorum, adım Fırtına. Size biraz kendimden bahsedeyim. 10 yaşımdayken annemi kaybettim. O zamandan beri babamla yaşıyorum, gerçi o da ne kadar yaşamak sayılırsa. Kendisini nadiren görüyorum da. Evimin yakınındaki bir okula gidiyorum. 8. Sınıfım. Çoğunlukla hayatım okula gidip eve gelmekten ibaret. En azından sınıf arkadaşlarım iyi insanlar. Onlarla vakit geçirmekten hoşlanıyorum. Çoğu insanın garip bulduğu bir huyum var. Günlüğümü hep yanımda taşırım. Başıma gelen her şeyi not alırım. Eskiden futbol oynardım. Fena da değildim aslında ama sonradan zevk almamaya başladım. Bir keresinde de basketbol oynamayı denemiştim ama boyum kısa olduğundan basket atmakta zorlanmıştım. Hobim yok gibi. Bazı hafta sonları babamla birlikte balık tutmaya gideriz. Gerçi bir sonraki gün babam hatırlamaz gittiğimizi ama ben orda sakince oturup denize bakmaktan zevk alırım. Bir güvercinim var. Yani bizim evde kalmıyor ama her gün mama yemek için mutfağımızın penceresinin önüne konup yemek vermemi bekliyor. Bu arada İstanbul Kartal’da oturuyorum. Bu kadar tanışma yeter sanırım. Biraz da günümü anlatayım.
Sabah erkenden kalkıp okula hazırlandım. Bugün normalden daha erken kalktım ki kahvaltı yaptıktan sonra biraz keyif yapabileyim. Babam evde mi diye odasına bakmayı bırakalı çok olmuştu ama bu sabah yine de bir bakayım dedim ve düşündüğüm gibi, yoktu. Evden çıkıp mahallenin bakkalından öğlen okulda yiyecek bir şeyler aldım. İlk ders Türkçeydi. Cümlenin ögelerini işliyorduk. Öyle böyle geçti okul. Eve döndüm. Camdan futbol oynayan çocukları izledim. Eski anılarım canlandı gözümde. Annemin bana tam şu anda dışarıyı seyrettiğim camdan bağırarak beni eve çağırdığı günleri düşündüm. Tam ağlayacaktım ki kendimi daha derin düşüncelere gitmekten alıkoydum. Acıkmıştım. Annemin bana öğrettiği yemeklerden başka yemek yapamıyordum o yüzden seçeneğim pek yoktu. Ben de makarna yapmaya karar verdim. Yemeğimi yerken kapı çaldı. Babamın bir Elinde kese kağıdına sarılmış bir şişe, diğer elinde ise tamir ettirdiği oltası vardı. “Hadi gidiyoruz!” dedi benimle doğru dürüst göz teması bile kuramadan. Ben de yarın okulum olduğunu söyledim. Eninde sonunda beni ikna etti ve balığa gittik. Birkaç saat geçti. Beş on tane balık yakaladıysak yakalamıştık. Güneş hafiften hafiften batarken denizin üstündeki büyüklü küçüklü gemileri izliyordum. Bir tanesinin kornasını öttürmesiyle kendime geldim ve babamın etrafta olmadığını fark ettim. Bu başıma ilk defa gelmiyordu. Ben de öncekilerde yaptığım gibi eve döndüm. Fakat bu sefer bir terslik vardı. Evin kapısı geldiğimde açıktı. Çıkarken kapattığıma çok emindim. Acaba babam eve gelip kapıyı açık mı unuttu diye düşünürken evin içinden şık giyimli iki adam çıkıverdi. O anki korkmamdan olsa gerek. Bayılmıştım. Pek bir şey hatırlamıyorum. Her şey çok hızlı gelişti, kendime geldiğimde hava alanındaydım.
Sevgili günlük. Bu sana yazdığım son sayfalar olabilir. Beni bir uçağa bindirdiler. Neredeyim, kimleyim bilmiyorum. Nereye gidiyorum, Ne için gidiyorum bilmiyorum. Eğer olur da bir daha yazamazsam kendine iyi bak.
“Oğlumdan, biricik Fırtına’mdan aldığım son not bu mu?” diyordu Elif Hanım Fırtınanın günlüğünü okurken. O an kendi kendine dedi ki “İster hayatta olsun, ister olmasın. Ben oğlumu bulacağım. Ona son bir kez veda edeceğim.”
Devam edecek…