Zaman tek yöne akar, durdurulamaz ve durdurulsa olabilme ihtimali olan durumlar herkesin aklılarında felaket senaryoları oluşturmasını sağlar. Peki, ya öyle olmasaydı. Yapabileceğimiz tüm şeyler, alabileceğimiz tüm riskler, duyulabilecek tüm duygular ve heyecanlar… Ya tüm bunlar tek bir ana ya da birbirine aralıksız bağlanan anlar bütününde yaşanıp ardından tükenmek mecburiyetinde kalmasaydı… Belki o zaman hayatı yaşama konuşunda hepimize ara sıra dadanan aceleci fikirler bizi terk ederdi. Hayatı yaşamış olmak için yaşamayı bırakırdık ve etrafımızın farkına varıp birkaç küçük anı da onu seyretmeye ayırırdık; boş dertlerden uzak, zamanın farkında ama bundan rahatsızlık duymayan bir şekilde hem de.
Zamanda gezi hakkında çok düşündüm. İlk düşündüğüm zamanlar olabildiğince uzak zamanlara- ya çok geriye ya çok ileriye- gitmenin en iyi seçenek olduğunu düşündüm. Bilmediğim zamanda silinmiş ve tozlaşmış anları uzaktan seyredecek, henüz insanlığa bilme gibi bir şansın verilmediği zamanlara gidip geleceğin şekillenmesine tanık olacaktım. Her şeyi yapabilirdim. Ünlü insanların hayatlarına zorla kendimi dahil edebilirdim, zamanın akışını ‘’ben’’ değiştirebilirdim, geleceğe gidip onları geçmişten haberdar edebilirdim, Nobel’i bile alabilirdim. Ama bunların hepsi başkalarını içeriyordu. Ve daha önce kimsenin zamanda yolculuk yapmamış olması da bu konudaki etik tartışmalarının sadece teoriler halinde kalmasına neden oluyor. Önüme çıkan her seçenek benim etik anlayışıma dayanıyor ve ben böyle bir yükü taşımaya hazır olabilecek türde bir insan değilim, olabileceğimi de sanmıyorum. Bu tür minimal korkuların yanında, bu gitmeyi planladığım yerler- veya zamanlar mı demeliyim ?- hep başka insanların hayatına benim girmemden oluşuyordu. Asla benim hikayem haline gelemezdi yaşayabileceklerim. Hep misafir kalacaktım;ilk önce başkalarının hayatlarında, sonrasında da kendi hayatımda. Üstüne daha da düşünmeye başladım. Kendim için doğru cevap var mıdır diye araştırdım. Düzgün ve açık bir cevap bulamayınca araştırmamı bir kenara koydum ve hayatıma devam ettim. Zamanla fark ettim ki geceleri kurduğum her hayal, görmeye hazırlandığım her rüya benimle alakalıydı. Başka kimseyi rahatsız etmiyordu. Üzülmeyi bıraktığım anılardan yeterince uzak, endişelenmeye daha başlamadığım gelecekten ise yakın bir zaman aralığı buldum kendime. Yakın gelecek ve yakın geçmiş. Bu ikisinde de umacak ne kaldı bilmiyorum. Geçmişi yaşadım ama belki de daha iyi yaşayabilirdim. İşte böyle sorulara cevaplar bulmak kendim için yapabileceğim en iyi ve belki de en bencil şeylerden biri. Yakın geleceğin ise bana sunabileceği şeyler sınırlı ama yeterli. Hayal kurmak ve hayalini gerçekleştirmek için çifte şans sunuyor yakın gelecek.
Bu söylediklerim , benim olduğum zamanda mutlu olduğumu savunuyor gibi. Ama bunu bilmek için diğer zamanları da tatmam gerek. İçimden bir ses, nereye gidersem gideyim olacağım kişinin hep aynı sıkıcı insan olacağını söylüyor. İlk çağlarda da yaşasam, 60’larda bir parti kraliçesi de olsam, yarın ne yapacağımı da bilsem, 3651 yılında kişisel droidime emirler de yağdırsam ; hep daha fazlasını isteyeceğim. Benim için en iyi seçenek zamansızlaşmak. Her zamanda yaşamak. Her zamanı değerlendirmek.