İzlediğimiz her türlü film istisnasız beynimizde bir yer tutar. Bazı filmler kişiyi derinden etkiler, kendi hayatından kopartıp bambaşka dünyalara götürür, bazen ise özgünlüğümüzün ardına geçer ve yeni birisiymişiz gibi yaşantımıza devam etmemize neden olur. En önemlisi yeni düşünce tarzlarına yelken açmamızı sağlar. İyi ya da kötü bize bir şeyler kattığını hepimiz fark etmişizdir. Peki bu gerçekten doğru mudur?
Toplumun bir kısmı gördükleri şeyleri benimsemeyi daha rahat bulur. Bir çeşit “Kitap okumak mı yoksa film izlemek mi?” sorusu gibi düşünebiliriz. Fakat bunun bilimsel bir açıklaması var elbette. Bu durumun genellikle görsel hafızanın diğer yöntemlere kıyasla bellekte daha kalıcı olmasından kaynaklı olduğunu söyleyebilirim. Video, fotoğraf vb. şeyler zihnimizde daha iyi yer tutar. Bunun konumuzla ilgisine gelecek olursam iki şeyden bahsetmek isterim: Bilinç ve Bilinçaltı.
Gözlerimizle algıladığımız her şey beynimizde bize yeni beceriler kazandırabilmek kaydedilir. Algılarımız Dünya üzerinde yaşayan birçok canlıdan daha kuvvetli ve gelişmiştir. Bazen görsel yollarla algıladığımız şeyler isteğimize bağlı veya istemsizce olarak beynimize kazınır. Bu durumu psikolojide ve bilim camiasında bilinç ve bilinçaltı olarak adlandırıyoruz. Bilinçaltı; düşünmeden yaptığımız hareketler, bilinçdışı olan algılar bütünüdür. 5 duyu organımızla algılayabildiğimiz şeylerdir ve bunların en başında görme kabiliyetimiz gelir. Uzun lafın kısası izlediğimiz ve gördüğümüz birçok şey günlük hayatımızda bizi bilinçdışı bir şekilde başka bir karaktere çevirebilir, farklı düşünmeye yol açabilir. Yani filmlerin bize yeni bir düşünce ve bakış açısı katmada önemli rolü vardır diyebilirim.
Bir diğer durum ise tamamen filmin konusudur. Filmler, özellikle iyi oyuncular tarafından oynananları, içerdiği konu, kurgu ve çeşitli senaryolar bakımından zengin ise karşıdaki kişiyi etkilemekte oldukça güçlüdürler. Fakat bazen bir filmin bizi etkilemesi için bu kraterlere sahip olması şart değildir. Bazen öyle bir sahne gelir ki insanı alır geçmişe götürür. Daha önce yaşadığınız bir duygu veya durumu size tekrardan yaşatır. Eğer ki karakter yaşadığı o durum karşısındaki tutumu ile örnek bir direniş gösteriyorsa film izleyicinin gerçek hayatında ona birçok yeni düşünce tarzı katabilir. Bu durumda kişi bazen bilinçli bir şekilde de filmin ana fikrini ve düşünce tarzını benimseyebilir.
Yeni bir düşünce tarzını benimsemek aslında o kadar da kolay değildir. Kişiyi derinden etkileyen bir düşünce olmalıdır ki bizde farklı bir bakış açısı yaratabilsin. Fakat bunu iyi yapabilen filmler baza alınırsa sadece insan üzerinde değil, toplum üzerinde de yeni bir düşünce tarzının popülerleşmesi söz konusudur. Bundan yola çıkarak aslında iyi kurgulanmış veya gerçek bir hayat hikayesini anlatan filmlerin insan-toplum ilişkileri arasındaki bağı güçlendirdiğini söyleyebilirim. Dünya üzerinde 500 bin ve daha arşivlenmemiş birçok filmin olduğunu da düşünürsek topluma yeni bakış açıları ve fikirler kazandırmakta filmlerin büyük rolü vardır.
“Sinema, duygular, düşler ve içgüdü dünyalarını anlatmak için en iyi araçtır.” demiş Luis Bunuel. Evet, filmler insanları etkileme gücüne sahiptir. Fakat önemli olan insanları etkileyip yeni bakış açıları ve düşünceler katması değil, nasıl etkilediği ve neler kattığıdır.