Fikirler Bir Diğerinden Farksız Olsaydı

Fikirler, Toplumu oluşturan insanlarca tanımlanır, geliştirilir, birleştirilir, değerlendirilir ve gelecek nesillere aktarılır. İnsan, doğanın karmaşık bir parçası olmakla birlikte ailenin, çevrenin, toplumun kurucu ve devam ettirici unsurudur. Tarihi varlık durumu, insanın tutum, davranış , eylem ve fikirlerinden oluşur. İnsandan kaynaklanır ve bu alanda gelişen her şey temelde  varlık içindir. Maddi ve manevi varlığı, çevresel ve toplumsal ilişkileri, üretkenliği ve sürdürülebilir icraatleriyle insan bir bütündür, gelişen mekanik bir canlıdır. Çevresel ve toplumsal etkinliğe sahiptir. Her şeyin kaynağı, insanın gelişen zekasıyla bütünleşmektedir ve bu sürecin işlememesi durumunda insanlığın varabileceği tek nokta ilkel yaşama istemsizce dönüş olacaktır.

Karşıtlıklar fikirlerin gelişmesinde ve şekillenmesinde şüphesiz önemli bir rol oynamaktadır. Karşıt görüşler, ortaya atılan tezi geliştirir ve sonucunda bilişsel gelişim başlar. Buna bağlı olarak gelişen tartışma ortamı her şeyden önce tekdüzelikten uzaktır ve karşıt fikirlerin insanın bilişsel zekası kapsamında değerlendirilmesi ve tartışılması ise bilim, toplum ve sosyoloji açısından önem taşır. Şimdi fikirlerin tekdüze biçimde asla gelişemediği bir dünya düşünelim. Toplumlar birbirinin yansıması, insanlar koyun sürüsünden farksız… Sadece başı çekebilecek bilinçte çobanları eksik. Böyle bir evrende yaşam süregelseydi hayatın ve insanlığın yaşam uğruna vereceği savaş ve gelişim gösterme dürtüsü yerini ebedi bir boşluğa, ‘sıkıcı bir ütopya’ ya bırakacaktı. Otoriteler belki de hiç varolmayacak, rasyonel tartışma ortamı yerini herkesin hemfikir olduğu ve  ortaya atılan argümanların sorgulanmaksızın ‘doğru’ sayıldığı bir dünyaya bırakacaktı. Ancak düşünce sistemine göre toplumun ve insanlığın gayesi; toplumun gelişmesinin, esaslarını, ilkelerini, hedeflerini ve beklentilerini ortaya koyarak ilme, bilgiye, akla ağırlık vermesidir.

İnsanlığın kendi fikirlerini kaybetmesi ve topluma koşulsuz ayak uydurması durumunda yaşanabilecek bir diğer senaryo ise adeta zamanın durmasıdır. Zaman da her şey gibi akıp gittiği yolda ilerler, geçmişe bağlı olarak gelişir ve bu döngü tekrarlanır. Geçmiş nasıl ‘şimdi’ ki zamanı etkiliyorsa düşünülen ve dayatılan fikirler de sorgulama yetisi olan insanlarca bu doğrultuda gelişmek zorundadır. Bunların beraberinde karşılaşacağımız bir diğer etki ise sosyoloji ve alt dallarının sadece yüzeysel kalması ve bireyin, içinde yaşadığı toplumdan bağımsız değerlendirilemeyeceği anlamına gelir. Yani zihinsel gelişim evresi sekteye uğrar. En basit olguların bile sorgulanamadığı bu senaryoda teknolojik gelişmeler sadece ilkel düzeyde kalır ve yaşam, bizlerin temel faaliyetlerimizi gerçekleştirmek için ortaya attığımız buluşlardan farksız olacaktır. Bu düşünce sisteminde bizler koruyucu, huzurun, refahın sağlayıcısı ve gelişmenin kaynağıyızdır. Bu sebeple yeni düşünceleri, buluşları  kuvvetlendirmek ve yaşatmak gerekir.

 

 

 

 

(Visited 4 times, 1 visits today)