Ha, neler oluyor? Neredeyim ben? Bu adam niye bana boya sıçratıyor? Arkamda bir adam poz veriyor. Kıyafeti ne kadar da pahalı gözüküyor. Oda da baya ihtişamlı görünüyor. Sanırım bir adamın portresi olacağım. Ama niye ki? Bu adam ne yaptı da portresini çiziyorlar? Portre çizmek o kadar ucuz mu oldu? Büyük bir iş yaptı sanırım. Odaya birisi girdi. Bir ulak olduğu belli. Nefes nefese halde diz çöktü. Padişahım, dedi. Venedik Dükü’nden haber var, dedi. Odadan ayrıldı.
Bana boya sıçratan adam da benimle konuşmaya başladı.“Sen bir resimsin, bir portresin. Seni oluşturan benim. Benim adım Gentile Bellini. Ben çok ünlü bir ressamım. Çizdiğim adam da Fatih Sultan Mehmet Han.”dedi. Her şeyi daha net anlamıştım. Galiba bu Mehmet denen adam çok soylu ve büyük işler başarmış. Bu Bellini denen adam da beni oluşturan adammış. Onunla güzel ilişkiler kurayım bari.
“Sen sadece benimle konuşabilirsin. Konuştuğunu da sadece ben duyabilirim. Ressam resim ilişkisinin en büyük özelliği budur. Anlattıklarını sadece ben anlayabilirim.”dedi Bellini. Bu özellik güzele benziyordu. Bu da söylemek istediklerimi istediğim gibi söyleyebilirim. Kimse de duyamaz.
Derken padişah odaya geri geldi. Bellini’ye odasında istirahat etmesini, önemli bir işinin olduğunu söyledi. Bellini de beni alıp odasına götürdü. Bana Sultan Mehmet’in ne büyük işler başardığını, ne zorluklar atlattığını ve kendisinin nasıl bir ressam olduğunu anlattı. Taşlar yerine oturuyordu. Bu dünyaya ilk gelişimin şokunu atlatmıştım. Olanları daha net anlıyor, daha kolay kavrıyordum. Bellini’yle güzel bir sanatçı eser ilişkisi kurmuştuk. Babammış gibi hareket ediyor, bana öyle davranıyordu.
Derken Bellini çizimini bitirdi. Artık çok daha güzel gözüküyordum. Sultan Mehmet de görünüşümü çok beğenmişti. Beni sarayın en güzel köşesine astı.Bellini de benimle olan son konuşmasını yaptı. “Benim görevim bitti. Ben ülkeme dönüyorum. Senin de burada, güvende kalman gerekiyor. Muhtelemen bir daha görüşemeyeceğiz. Hoşçakal dostum.” Bu durum beni derinden etkiledi. Ama artık tek başımaydım. Saatlerce, yıllarca, asırlarca bu duvarda asılı kalacaktım belki. Belki de yarın öbür gün beğenilmeyip yakılacaktım. Kim bilir.
Aradan asırlar geçti. Takvimler 1900’lü yılları gösteriyordu. Onlarca defa restorasyondan ve renk canlandırmalarından geçtim. Nice sultanlar, saraylar, sadrazamlar, şehzadeler, paşalar, vezirler, hizmetçiler gördüm. Çoğunun ölümüne şahit oldum. Yanıma Fatih Sultan Mehmet’in soyundan gelen padişahların portreleri eklendi. Artık başka bir yere taşınmamızın zamanı gelmişti. Bu uygarlığın kurucusu Osman Bey’in portresinden başlanıp 5 Murat’ın portresine kadar bütün eserler farklı bir müzeye taşındı. Artık orada sergilenecektik. Ama duyduğum kadarıyla bu koca çınarın da sonu gelmişti. İmparatorluk çökmek üzereydi.
Tarihler 1920’li yıllar… 6 asırlık dev bir imparatorluk sona ermiş, bir cumhuriyet kurulmuştu. Bu cumhuriyeti ilke ve inkılaplar takip etti. Modernleşen Türk toplumu, artık modern müzelere de ihtiyaç duymuştu. Türk Tarih Kurumu kurulmuş, bizim gibi eski eserler yepyeni müzelerde sergilenmeye veya başka ülkelere satılmaya yüz tutulmuştu. Ben Londra’da bir müzede açık arttırmayla satıldım. Yuvam olan bu topraklardan gidiyordum. Beni sarıp sarmaladılar. Sanki Fatih Sultan Mehmet’in Portresi değilmiş gibi sanki bir çocuğun resim dersinde çizdiği bir resimmiş gibi muameleler gördüm.
Aradan yıllar geçti. Tarihler 2020’li yılları gösteriyordu. Eski yuvam olan İstanbul, bu uzak diyarlardan beni almak için ne gerektiyse verdi. Eski yuvamda güvendeyim. İstanbul’da İstanbul Belediye Sarayı’nda sergilenmekteyim. Ne gördüysem ne yaşadıysam neler hissettiysem anlattım.