Yaratılış itibariyle insan mutlaka bir şeylere inanmak zorundadır. Aksi taktirde kişi bir inanç boşluğuna düşer; kişinin inanç boşluğunda yuvarlanması, onun son derece mutsuz olmasına, yaşantısında zikzaklar çizmesine neden olur. İstikrarlı bir hayata bir türlü kavuşamazlar. İnançlı kişiler aynı zamanda cesaretli kişilerdir. İnançlı olmayan kişiler zayıf, tembel, korkak olurlar. Neticede hayatta bir türlü başarılı olamazlar. İnanç çalışkanlığı, çalışkanlık inancı arttırır. Genelde insanlar arzu ettikleri şeylere inanırlar. Ama arzu ettikleri şeylere çalışmadan kavuşmak hemen hemen imkansızdır. Örneğin, fanatik takım taraftarları her zaman takımlarının kazanmasını arzu ettiklerinden daima kendi takımlarının kazanacağına inanırlar. Neticede çoğunlukla hüsrana uğrarlar. Çünkü onlar takımda oynamadıklarından, takıma katkıları sadece tribünlerden takıma moral vermektir.
Fakat bazı inanışlar vardır aslında insanları köleleştirirler. Kurumsal inanışlar vardır insanı köleleştirip yaşama dair acı ve tatlı olan her şeyi insanın elinden alır. Kişiyi doğal ortamından koparıp türlü yollarla evcilleştirir ya da daha doğru bir tanımla vahşileştirir. Kurumsal dinler daha çocuk yaştan beridir vardırlar. Belli kalıplaşmış inanışlardır ve insanları sanki demir zincirlerle bağlarlar. İnsanlar o inanışlardan isteselerde kurtulamazlar. Ne kadar onlardan kaçmaya çalışsalar da yine de kendilerini başlangıçta tekrar bulurlar. Bu inanış zincirlerini kırmak gerekiyor. İnsanın küçüklüğünden beridir dayatılan düşünceler, fikirler ve inanışlar vardır ve bunların hepsi insanı kötü etkileyip aslında korkak bile yapar. Çevresi tarafından verilen inanışlar ile yaşamak zorunda kalır.
Örneğin, bir çocuk kendi elleriyle yemek yemeyi öğrenmezse eğer daima kendisine yemek yedirecek birilerine muhtaç olur. Her halükarda o hayat boyu başkalarına muhtaç birisidir artık. İşte kurumsal dinler böyledir; Daha en başta istisnasız insanın her şeyini iyilik, yardımseverlik, kurtuluş ve inanç adı altında elinden alır. Geriye sadece muhtaçlık ve korku kalır. Bu aşamadan sonra insanlar hayatları boyunca mümkün olan en huzurlu yaşantı için uğraşırlar. Mümkün olan en rahat, kedersiz, acılardan uzak bir yaşam ve huzurlu bir ölüm. Evet, kurumsal dinler kişiye işte bunu verir: Huzuru. Ama belki de huzuru vermiş gibi gözükür sadece.
Bir insanın yürümesi öğrenmesi için önce düşmeli, kendisinin sahip olduğu hazineye sahip çıkmalı ve mücadele etmek için düştüğü yerden tek başına kalkmayı başarmalıdır. Tabiat, insana mücadele şansı sunarak ona özgürlüğünü de vermiştir. Ama insan elinin tersi ile bu mücadeleyi inanışlar yüzünden iterse işte o zaman inanışlar insanı özgürleştirmez, köleleştirir.
Sonuç olarak insanlar kendilerini inanışların esiri yapmamalılar. Kendi ellerinde olan özgürlüklerini inanışlara satmamalılar. İnanışlar insanın içinde olması gereken bir ihtiyaçtır. Ama bu inanışlara körü körüne inanıp, sarılıp güvenilmemelidir. Aksi takdirde hayatta güçlü bir mücadele verilemez. İnsana fark ettirmeden köleleştirip belli bir kafesin içine koyar. İşte insanların da yapmaları gereken şey bu kafesten çıkıp özgürce uçmak olmalıdır. Bu yüzden inanışların esiri olmayalım.