Evrenin büyüklüğü insanın her zaman kendisini bir kum tanesi gibi küçük ve aciz hissetmesine neden olmaktadır. Gözlemleyebildiğimiz binlerce gezegen, milyarlarca yıldız ve milyonlarca gökadanın muhteşemliğini biraz olsun anlamak bunun için yeterlidir. Ama insanlık evrenin bu denli muazzam büyüklüğünü daha çok keşfettikçe çok önemli bir soru ortaya çıktı: Orada bir yerlerde, bizim gibi zeki canlıların varlığı.
Evreni ne kadar keşfedersek bu sorunun cevabına o kadar yaklaşırız sanıyorduk ama öyle olmadı. Zira yalnızca gözlemleyebildiğimiz evren bile çok şaşırtıcı, devasa ve karmaşık. Bize en yakın gezegen olan Venüs’ten bile, ki Venüs’te mikro düzeydeki yaşamın varlığı bile şüpheli, 38.000.000 kilometre uzaktayız. Bu devasa mesafeyi kat etmek bile bizi sorumuzun cevabına yaklaştırmıyor. Gerçeğe biraz olsun yakın cevaplar bulabilmek için bile milyarlarca, trilyonlarca kilometrelik mesafeler kat etmemiz gerekiyor ancak insan teknolojisi Güneş Sistemi gezegenlerine insansız uydular göndermek için bile yıllara ihtiyaç duyuyor.
Ama insanlık buna rağmen pes etmiyor, evreni durmadan teleskoplarımızla gözlemliyor, istediğimiz yerlere gidebilmek için teknolojimizi sürekli geliştiriyor ve kısıtlı teknolojimizle bile sürekli evrene
araçlar gönderiyor. Bir yandan da karşılaşmayı umduğumuz zeki yaşam formlarının bizi anlayabilmesi umuduyla uzay boşluğuna radyo sinyalleri gönderilmekte. Bu sinyallerde evrenin her yerinde geçerli olan fizik kurallarına ve kolayca anlaşılabilecek insanlık hakkında bilgilere yer veriliyor. Bu yöntemlerle, zeki yaşam formlarını bulma ve iletişim kurma amacı taşınıyor.
Ancak, bütün bu uğraşlarımıza rağmen, bu yaptıklarımızın bir işe yarayıp yaramadığı bilinmiyor. Elimizde zeki yaşam formlarının, ya da popüler adıyla uzaylıların, varlığına dair hiçbir somut kanıt yok. Daha da kafa karıştırıcı olan, yokluklarına dair de hiçbir kanıtımız yok. Gönderdiğimiz mesajların bir uygarlığa ulaşıp ulaşmadığını bilmiyoruz. Bu konu bilim dünyasında oldukça tartışmalı. Evrende tek başımıza olduğumuzu düşünenler mevcut ve dunu düşünürken kanıtımızın bulunmadığını söylüyorlar. Ama, aslına bakılırsa cevap bulmamızı zorlaştırdığını düşündüğümüz uçsuz bucaksız evren bize cevabı sunuyor da olabilir.
İstatistiklere bakıldığında tek başımıza olma ihtimalimiz oldukça düşük. Bize yaşam verecek özelliklere sahip Güneş yıldız sınıflandırmasında “sarı cüce” kategorisinde yer alıyor ve sarı cüceler evrende çok yaygın bulunan bir yıldız türü. Kısacası Güneş sandığımız gibi eşsiz değil. Yalnızca 20 yıl önce varlığı kanıtlanan ötegezegenler(Güneş dışındaki yıldızların yörüngelerinde dolaşan gezegenler) de tek başımıza olma ihtimalimizi azaltıyor. Ötegezegenleri tespit etmemizin mevcut tek yöntemi onları yıldızlarının önünden geçerken görebilmek ve bu nadir bir olay, o yüzden tahminen keşfedebildiklerimizden çok daha fazla ötegezegen yıldızlarının etrafında dolaşıyor. Ayrıca bir gezegene yaşam kaynağı olacak tek yıldız türü sarı cüceler de değil. Aslına bakılırsa gezegenin yıldızına uygun mesafede bulunması halinde çok fazla yıldız türü bir yaşam kaynağı olmaya aday. Ayrıca yaşamın varlığı için gerekli olarak görülen sera gazları, su ve oksijen hiç de Dünya’mıza özgü değil, evrenin birçok yerinde bulunabiliyor. Bu nedenlerle, evrende bulunan milyarlarca yıldızın yörüngesinde dolaşan trilyonlarca gezegenin on binlercesinde yaşam için gerekli koşullar, binlercesinde yaşam, yüzlercesinde zeki canlılar ve gelişmiş uygarlıklar olabilir. Bunun ihtimali bile insanı heyecanlandırmaya yetiyor.
Görüldüğü gibi, tek başımıza olmadığımızdan emin değiliz ancak yalnız olmamız neredeyse imkânsız ve insanlık teknolojisini geliştirdikçe komşularımızı bulmamız daha da mümkün olacak.