Arkamdan duyduğum yüksek sesli sirenlerle dikiz aynasından gördüğüm mavi kırmızı ışıklar, takip edildiğimi gösteriyordu. Vitesi sona atıp gaz pedalının pestilini çıkardım. Arabamın motoru sanki bana daha fazla basmamam için yalvarıyordu. Ama arkamdaki aynasızlar, motorumun çırpınışlarını umursamayıp kendi motorlarını da aynı hale getiriyorlardı. O sırada arkadan cızırtılı bir şekilde “Biz zor kullanmadan arabanızı sağa çekin!” diye haykırdı aynasızlardan biri. Adamın pala bıyığı ve güneş gözlüğü vardı. Saat gece üçte güneş gözlüğü takmasına anlam verememiştim. Bağıran adamı incelerken birden önüme bir tır kırdı. Ani bir manevrayla o hamleyi lehime kullandım ve aynasızları az da olsa geride bıraktım. Şimdi tek yapmam gereken bir ara cadde bulup oraya sıvışmaktı. Etrafıma bakındım. Buralar çok açıklıktı daha ıssız olabilecek bir yere gidip polislerden kurtulmayı bekledim… Buraya nasıl geldim, diye içimden geçirdim ama artık her şey için çok geçti.
Her şey bir kutuyla başladı. Bir gün evde müzik dinlerken aniden kapım çalındı. Bugün kimse gelmeyecekti. Acaba bana haber vermeden bir şeyler mi düzenlemişlerdi? Kapının soğuk kulbunu kavrayıp aşağı doğru hareket ettirdim. Hiçbir canlılık belirtisi yoktu. Tam etrafı kontrol edecekken ayağım bir şeye takıldı ve yere düştüm. Takıldığım şeye dönüp bakınca bunun kahverengi bir kutu olduğunu gördüm. Sabah gazete almaya çıktığımda orada bir şey görmemiştim. Kapı çaldıktan sonra kutunun birden orada belirmesi, onun birisi tarafından bırakıldığı düşüncesine itiyor insanı. Düştüğüm yerden kalkıp dışarıdaki kutuyu inceledim. Üzerinde büyük harflerle adım yazılıydı, ondan da başka bir gösterge yoktu. Eğildim, kutuyu kavradım. Ne çok ağır, ne de çok hafif olan kutu kartondan yapılmıştı. İçeri girip fakirhanemin küçük masasına yerleştirdim. Etrafıma birkaç kez daha bakıp kapıyı nazik bir biçimde sürükledim. Masamın yanına gittiğimde kutu bana “Beni aç!” diyordu sanki. Masaya yaklaşıp kutuyu elime aldım. Salladım, ama çıkan ses bana hiçbir ipucu vermiyordu. Mutfağıma doğru koşup, gıcırdayan çekmecemden bir bıçak aldım. Ve karton kutunun bantlı yüzeyine birkaç dokunuş yaptım. Biraz güç uyguladım ve kutuyu açtım. Kutunun ortasında kapağının rengi solmuş bir kitap vardı. Kitabın kapağında hiçbir şey yazmıyordu. Kutunun içinde biraz daha inceledikten sonra onu elime aldım. Kitap, kutunun ağırlığından biraz az ve yaklaşık 400 sayfalık bir kitaptı. Biraz tozlanmış ve rengi solmuş bir kapağı, eskimiş ve yıpranmış sayfaları vardı. Kitabın kapağında ne bir yazı, ne de bir resim vardı. Kitabın içeriğini merak eden beynime biraz daha beklemesi gerektiğini söyleyip bu kitabın bana neden verildiğini sorguladım. Kutuya bir daha baktım ama kutudan tek çıkan şey elimdeki eski kitaptı. Bunları sorgulamayı bırakıp elimdeki kitabın sayfalarını baştan sona kontrol ettim. Kitabın 116. sayfasını çevirdiğimde karşıma el yazısıyla yazılmış bir telefon numarası çıktı. Ayrı bir kağıda yazılmış olan bu numara kitabın arasına iliştirilmişti. Heyecanla cebimdeki telefonu çıkarıp numarayı tuşladım. Elim titreye tireye arama tuşuna bastım. Kalbim çalan telefon sesinin temposuna ayak uydurmaya çalışıyor, ayaklarım ise elimden olmadan evin içinde dönüp duruyordu. Telefonu bilgisayar programı tarafından kalınlaştırılmış bir ses açtı. “Meydandaki kafenin önünde saat 21.30 orda bekliyor olacağım” dedi ve telefonu kapattı. Kalbim nerdeyse yerinden çıkacaktı. Kimdi bu adam? Benden ne istiyordu? Aklımda çok fazla cevap bekleyen soru vardı. Adamın dediği yer evime 5 dakikalık uzaklıktaki bir kafeydi. Her gün kahve içmek için giderdim. Üstümü giyinip kafenin yolunu tuttum. Daha saat 19.00 olmasına rağmen kafedeydim. Kahvemi alıp bir masaya oturdum ve adamın gelmesini sakin bir şekilde bekledim.
Saat tam 21.30’da kafenin önüne siyah kabanlı bir adam geldi ve etrafına bakmaya başladı. Ayağa kalkıp adamın yanına gittim. “Pardon bakar mı- “ cümlem bitmeden elimden kapan adam beni bir ara caddeye attı. Etrafına baktı ve konuşmaya başladı. “Kusura bakam seni kolundan alelacele buraya çektim. Kimsenin dikkatini çekmeden yapılacak tek şey buydu.” dedi ve yüzüne hafif bir tebessüm yerleşti. Sonra yine ciddi yüz ifadesini takınıp “Sana ihtiyacımız var.” dedi. Şaşırmıştım, bana ne konuda ihtiyaçları olabilirdi ki? Sinirlenmiştim. Adama “Gecenin köründe beni buraya bir kitap yardımıyla çağırıyorsunuz ve daha kendinizi tanıtmadan bana sana ihtiyacımız var diyorsunuz! Olacak iş mi bu arkadaşım.” diye haykırdım. Adam mahcup bir şekilde “Çok haklısınız ilk başta kendimizi tanıtmamız gerekir. Bizim amacımız bir marketi soymak ve senin de şoför olmanı istiyoruz. Seni izledik bu aralar para kıtlığındasın. Sürüş yeteneklerin de hiç fena değil.” dedi. Bu aralar para konusunda kıtlık çektiğim doğru. Yeni kovulmuştum ve iş arıyordum. Ama böyle bir işin beni bulacağını hiç tahmin etmezdim. Adama dönüp “Benim bu işten çıkarım ne olacak?” dedim sinsi bir şekilde. Adam güldü ve “Sen bir yanımıza gel de onları konuşuruz.” dedi. Sonra da arabayı gösterip “Hadi atla, seni bizimkilerle tanıştırayım” dedi. Adam, esmer uzun boylu ve cüsseli bir adamdı. Sevecen ve kibar bir görünümü vardı. İçim adama karşı ısınmıştı. Arabaya yönelirken adama “Bu arada adın ne?” diye sordum. Arabanın şoför koltuğuna ayağını atarken “Kenan” diyerek yanıtladı. Arabaya binip birbiri ardına geçen sokaklar, caddeler ve yollar arasında kayboldum…
Araba durduğunda eski bir eve gelmiştik. Burası soygunlarda kullanılan güvenli ev olsa gerek. Eve geldiğimde ikisi kız 3 kişi vardı karşımda. Hemen karakterleri şekillenmeye başladı aklımda. Hiçbiri kapının açıldığını anlamamış, konuşmalarını sürdürüyorlardı. Ancak kapı kapandığında birilerinin geldiğini anladılar. Herkesin bakışları birden bize yöneldi. Kenan hemen kısa bir açıklama geçti sonra da bakışlar yine bana yöneldi ve sanki asker gibi herkes hep bir ağızdan “Selam” dediler. Kızlardan biri sarışın öbürü esmerdi. Esmer olanın saçları çok kısaydı. Ağzında sakız, elinde bilgisayar vardı. Büyük ihtimalle bilgisayar işleriyle uğraşan elemandı bu. Sarışın olan kızın saçları diğerine nazaran daha uzundu. Deri parlak bir tayt giyiyordu, belinde 9 milimetrelik bir tabanca vardı. Bu kız da koruma olmalı. Orada duran erkek ise uzun saçlı kıvırcık biriydi. Üzerine uzun bir kapüşonlu giyinmişti. Yüzünde yaralar vardı. Bu adamın görevi hakkında bir yorum yapamamıştım. Adamları süzdükten sonra yanlarına gittim. Herkes kendi işiyle uğraşıyordu. Bu arada Kenan’ın vücut yapısına bakılırsa o da 2. koruma olarak iş yapıyordu herhalde. Yanlarına gittiğim insanlar ilk olarak bana kendilerini tanıttılar, daha sonradan da planımızdan bahsettiler. Planın yarın yapılacağını öğrendiğimde nabzım gitgide hızlanmaya başladı. Stresimi anlayan arkadaşlarım bana bu gecelik kalacağım yeri gösterdiler. Eski bir eve göre gayet modern bir oda vardı. Biz 3 erkek onlar da 2 kız aynı odada kalacaklardı. Odaya girdim, yatağıma uzandım. Bu heyecanlı günün ardından çok yorulmuştum. Gözlerimi kapattım ve hayal geçitlerinden geçmeye başladım.
Sabah 10 gibi uyandım. Odada kimse yoktu. Biraz daha yatakta durduktan sonra kalktım ve içeriye döndüm. Kahvaltıyı hazırlamakta olan insanları görüp onlara yardım etmeye koyuldum. Yemeği sanki 10 yıldır yememiş gibi hızlı yiyip bitirdim. Planın bir kez daha üzerinden geçtikten sonra beklemeye koyulduk. Bana süreceğim arabayı gösterdiler. Yeni ve güzel bir arabaydı. Deneme sürüşünde arabaya olan güvenim arttı. Artık hazırdım. Giyilecek kıyafetleri aldık ve 5 kişi halinde soyacağımız yerin yolunu tuttuk. Soyacağımız yer şehir merkezinden biraz uzak çok popüler olan bir yerdi. İki ay önceki haberlerde çok iyi para kazandığını duymuştum. Planlara göre de zaten her ihtimal düşünülmüştü tek yapmak gereken uygulamaktı.
“Soyacağımız yere geldik” dedi yüzü yaralı adam. Yolun karşısına geçip aracı durdurdum. Ekibim arabadan inip planı yapmaya başladılar ben de beklemeye başladım. Bir süre sonra içeriden zil sesleri gelmeye başladı. Plan başlamıştı. Aracın içinde eğildim ve beklemeye devam ettim. Bir süre sonra camdan baktım ama çıkan yoktu. Polislerin siren sesleri duymaya başlamıştım. İyice panikledim. İçeri bakıyorum ama hiçbir işaret yok. Sanki plandan kopulmuş gibiydi. Böyle bir durumda kendime bir dakika daha bekleyip oradan ayrıl diye kodlamıştım. Tik, tak, tik, tak saniyeler geçmek bilmiyordu. Gitgide yaklaşan siren sesleri iyice streslenmeme neden olmuştu. Bir dakika bittiği anda dükkanın girişine son kez baktım. Kimseleri göremeyince üzülerek de olsa gaza olabildiğimce güçlü bir şekilde bastım. Ama geç kalmıştım arkama çoktan polisler takılmıştı…
Şimdi ise bir ara caddede tıkalı kaldım. Ne gidecek bir yerim, ne de beni karşılayacak bir insan vardı. Sadece peşimde olan yüzlerce polis görevlisi…