Geniş coğrafyası artık onlarındı. Milattan önceki yıllarda, devlet düzenini nihayet kurmuşlardı. Bu başarılarda hakan kadar onunla birlikte çalışan tüm devlet görevlilerinin de halkın da payı büyüktü. Hepsi yiğit, dürüst, özverili kişilerdi. Güçlü olma, var olma hedefi onlara büyük, varlıklı bir yurt sağlamıştı. Gelecekleri parlak olacaktı.
Yöneticiler düşmanların birliklerini bozmasından korkuyor, çok dikkatli ve uyanık olmalıyız diyorlardı.
O gün görevliler vezire birkaç boy beyinin başkentin epey uzağında bir yerde bir şölen düzenleyeceklerini bildirdiler, vezir şeref konukları olacaktı.
Vezir:
-Katılırız, davranışlarına pek anlam veremediğimiz bazı boylar ile böylece daha iyi kaynaşır, birbirimizi daha iyi tanırız, dedi.
Bu sözleri sevinçle karşılayan bir devlet görevlisi:
-Umarım bu yemek, bazı çıkar çatışmalarının bir yana bırakıldığı bir barış ve iyi ilişkiler şöleni olur, dedi.
Devlet büyüklerinin olduğu yerden oldukça uzakta Gürhan ve Günay, ilkbaharın onlara sunduklarının keyfini çıkarıyorlardı. İkisi de 18 yaşlarındaydılar. Güneş, gölün üzerinde göz kamaştırıcı aydınlığıyla parlıyordu. Bu göl kenarı insanda yaşama sevinci uyandırıyordu. Çok büyük, çok temizdi. İçindeki balık türleriyle önemli bir besin kaynağıydı. Çok derindi ama onlar da doğayla baş etmeyi öğrenmişlerdi. Çok iyi yüzücüydüler. Çevredeki hayvanlar, rengârenk çiçekler gibi onlar da zor doğa koşullarına uyumun ustasıydılar.
Günay Gürhan’a atlarıyla yarışmayı önerdi. Gürhan, zarif kız arkadaşını kırmadı:
-Hadi yarışa başlayalım. Gerçi seninle yarışmak hiç kolay değil, çok özel, iyi yetişmiş birisin, dedi.
-Evet, at benim için özgürlük demek, dedi Günay.
İnce ama güçlü bedeniyle atına atladı.
-Gürhan, aynı anda yarışa başlıyoruz, oklarımızı da alalım.
-Tamam, başlayalım.
-Ooo! Atın üstünde geriye dönüp dört bir yana ok atabiliyorsun.
-Bu koşullarda var olabilmek için güçlü olmalıyız, bunu biliyorsun.
Günay’ın gözü birden son hızla gelen atlara takıldı. Vezirin oğluna:
-Babanın adamları, dedi.
Gürhan soğukkanlılıkla gelenlere baktı. Gelenlerden biri:
-Gençler çok mutlu olduğunuzu görüyoruz ama haberler iyi değil.
-Vezirimiz çağrıldığı yemekte hainlikle karşılaştı. Çıkarcı, ikiyüzlü bazı beyler vezirimiz ve adamlarını tutsak edip bilinmeyen bir yere götürmüşler, dedi.
Gelen savaşçılardan bir tanesi:
-Düşmanlarla işbirliği yapmış bunlar, doğru yoldan sapmışlar, dedi.
-Biliyoruz ki esir aldıkları devlet büyüklerimiz devletimiz hakkında hiçbir sır vermez, dedi gelenlerin en yaşlısı.
-Hemen gidelim, babamı ve arkadaşlarını kurtarmamız gerek, dedi Gürhan.
Günay da hiç düşünmeden onlara katıldı. Bir sorun vardı. Onları nasıl bulacaklardı?
Gürhan annesinin bulunduğu yere uğrayıp onu yüreklendirmek istedi. Annesi yanlarına daha çok adam almalarını söyledi. Gürhan:
-Biz aklımızı kullanır ve cesur olursak az kişiyle de sonuca ulaşırız, dedi.
Tam bu sırada vezirin yerinin belirlendiği bilgisi geldi.
Günlerce at sırtında geçit vermez dağlar, yeşil sulak yerler aştılar. Eriyen kar sularıyla gür ve soğuk akan ırmaklarda sürüklendiler. Bazen cesaretlerini yitirdiler, yine de yollarına devam ettiler.
Karanlık bir geceydi. Birden sönük ışıklar, çadırlar gördüler. Çadırın birinin önünde nöbetçiler vardı. Herkesin uyumasını beklediler. Çadırın önündeki nöbetçilere aniden saldırdılar. Gürhan yaralandı. Acısına rağmen savaşmaya devam etti. Günay da ona yardım ediyordu. Nöbetçileri etkisiz hale getirdiler.
Babası ve adamlarını bağlandıkları yerden kurtardılar. Gecenin karanlığında sessizce uzaklaştılar. Yorgunluktan ve aldıkları yaralardan atların üzerinde zor duruyorlardı.
Yurtlarına ulaştıklarında babası:
Kimse tuzak kurup bizi kaçırmadı. Biz, küçük de olsanız aileniz ve ülkeniz için neler yapabileceğinizi sınamak istedik.
Artık içimiz rahat. Gönül rahatlığıyla size güvenebiliriz, dedi.
Bu ne büyük bir mutluluktu!