Benim başaramayacağım şey yoktur. Benim başaramayacağım şey yoktur. Benim başaramayacağım şey yoktur. Ama vardı işte. Olmuyordu, bir türlü beceremiyordu.
Biraz sakinleşmeye çalıştı. Yapması gereken onca şey varken tenha bir koridorun ucunda böyle oturamazdı. Ne de olsa bir psikiyatristti, ilgilenmesi gereken hastaları vardı. Yaslandığı tozlu kaloriferden destek alarak ayağa kalktı, üstünü silkeledi. Biraz yürüdükten sonra sağa ardından sola döndü. İşte odası buradaydı. Küçük bir oda, küçük bir pencere -zaten yandaki binanın sıvasız duvarı dışında bir şey gözükmüyordu-, dağınık bir masa, masanın arkasındaki dönmekten çok gıcırdayan döner sandalye, iki koltuk, iki koltuk arasındaki cam sehpa, ölü bir kaktüs, bir de dolaptan ibaretti odası. Kendini koltuklardan birinin üzerine attı. Başı yavaşça arkasına düştü. Birinin omzunu dürtmesiyle irkildi ve aniden ayağa kalktı.
“Dalmış olmalıyım, kusura bakmayın.” diye mırıldandı.
Arkasını dönünce gözleri onunkilerle buluştu. Uzun süredir onu görmemişti. Sahi neredeydi bunca süredir? Neler yapmıştı? Haftalar belki aylar olmuştu onu görmeyeli ama o hiç değişmemişti.
“Seninle uzun süredir hiç karşılaşmadık. Nasılsın? Neler yaptın?” diye sordu. Ondan bir cevap beklemek aptallıktı. Onu asla konuşturamamıştı. Mesleğinin beşinci yılını doldurmak üzereydi ve daha önceki hastalarının hepsinin tedavi süreci başarıyla sonuçlanmıştı. O hariç…
Arkadaşının kapıyı açmasıyla sessizlik bozuldu. “Kahve yapmıştım istiyorsan biraz ara ver birlikte içelim. Esin sen iyi misin?”
“İyiyim ben.” yalan söyledi. “Sonra gelirim belki. Hem şuan işim var birileriyle konuşuyorum. Görmüyor musun?”
“O birileri görünmez galiba Esinciğim. Neyse ben seni pek yormayayım o zaman.”
“Peki, görüşürüz.”
Arkadaşı çıktıktan sonra arkasına döndü. Ancak o orada yoktu. Odaya şöyle bir göz gezdirdi.
“Yer yarıldı da içine girdi sanki. Nereye kayboldu acaba?”
Onunla ilk karşılaştığından beri başka bir şey düşünemez olmuştu. Onu ilk odasının zemininde otururken bulmuştu. Onunla defalarca konuşmayı denemişti, ona yardım etmek istemişti. Oysa onun yaptığı tek şey kafasını karıştırmaktı. O; eski püskü kıyafetli, uzun saçlı, ne çok kısa ne de çok uzun bir kadındı. Uzun saçları yüzünü örttüğünden yüzünü hiç görmemişti Esin. Esin’in onun hakkında bildiği tek şey onun sırrı her neyse çözmesi gerektiğiydi. Fakat mükemmel hayatındaki tek pürüz olması ve o “sır” konusunda bir adım bile ilerleyememiş olması Esin’i delirtiyordu.
***
Sonraki sabah Esin omzunun dürtülmesiyle uyandı. Odasında uyuyakalmıştı. Esin’i uyandıran o kadındı.
“Hatırlıyor musun yetimhanedeki günlerini? Eskiyi hiç düşünüyor musun?” diye konuşmaya başladı kadın. “Bir ikiz kardeşin vardı, hep kavga ederdiniz, hep yarışırdınız. Bir gün bir aile onu evlat edinmek istedi. O gün çok sinirlenmiştin. Kıskanmıştın çünkü onu. Sonra sen onun yerine geçmek istedin ve başardın da. Böylece o geride kalacaktı ve sen de istediğin hayatı yaşayacaktın. Ama yollarımız sonunda yeniden kesişti. Ve benim Esin seninse Nesrin olduğu ikimiz de biliyoruz. Ben de bugün bana ait olanı geri almak için buradayım.” ikizi bıçağını çekti.
“Hayır!”
“Kabul et bu sefer başarısız oldun Nesrin.”