Bugün yine fırçam ve paletimle baş başayım. Her zamanki gibi eserleri rağbet görmeyen biri olarak sallanan sandalyemde oturuyorum. Elimde kahvem var ama eserlerim kadar tatsız ve soğuk. Arka fonda bir müziğim var. Bu müzik çok eski. Kaset alacak kadar param olmadığı için bununla yetinmeye çalışıyorum. Düşünüyorum ki birçok insan için rağbet görmeyen bir sanatçıyım ancak benim için önemli olan tek şey, sanatıma olan tutkum.
Resimlerimle konuşuyor, onların hikayelerini yazıyor ve sanat severlerle paylaşmak üzere yola çıkıyorum. Sakin ve ıssız sokaklarda bir sanatsever arıyorum ama hiç kimse resimlerimi beğenmiyor, yüzeysel bir bakış atıp gidiyorlar. Son derece yoksul olduğum için modern kıyafetlerim yok fakat kendi tasarımım olanlar var. Bazı insanlar tasarımlarıma gülüp dalga geçiyorlar. Ancak ben onlara aldırmadan yoluma devam ediyorum, güçlü olmaya çalışıyorum. Belki para kazanırım diye sokaklarda eserlerimi satıyorum ama kazandığım üç beş kuruşla bir ekmek, bir de su alabiliyorum. Üşüyorum ama eserimde resmettiğim şömine ateşi beni ısıtıyor. Atölyeme dönüp elime fırçamı alıyorum ama fırça hareket etmek istemiyor. Belki de bu sanatımdaki bozukluğun bir yansımasıdır diye düşünüp fırçamı boyaya batırıyorum ama fırça boyayı istemiyor. İnsanlar tüm vakitlerini modern kıyafetlere, lüks restoranlara ve teknolojiye harcadığı için eserlerime harcayacak vakitleri yok. Ama asıl mutluluğun nerelerden filiz verebileceğini bilmiyorlar.
Yatmadan önceki son saatlerimde, elimdeki kahvenin acısının verdiği hüzünle resimlerimi yaşatmaya çalışıyorum. Boyalarımın rengi soluyor ve mat bir renk alıyor. Asla eskisi kadar parlamıyorlar. Yalnızlık resimlerimi daha da matlaştırıyor. Belki bir mucize olur diye içimdeki umutla derin bir uykuya dalıyorum.