Ben Çanakkale’de vatanını korumak için bedenlerini korkusuzca siper edenleri görmedim, kahraman ilim Maraş’ın topraklarının şerefli asker kanıyla sulandığına şahit olmadım, şanlı mı şanlı Urfa’nın evlatlarının şahadet şerbeti içtiğini görmedim belki ama onların o zamanki amacını yıllar geçse dahi onlar kadar benimsedim, o ilkeleri korumak için ant içtim. Onlar hürriyete aşık yiğitlerdi, kimileri daha yirmilerindeydi, kimilerinin evde bekleyen çocukları vardı; kadın veya erkek fark etmeksizin hepsinin amacı aynıydı. Mehmet Akif Ersoy’un da dediği gibi “Kesilir belki fakat eğmeye gelmez boynumuz!” Esaret içinde yaşamaktansa ölmeyi yeğleyen bir toplumuz biz asırlardan beri. Başka milletten birinin topraklarımızı ele geçirmesini hakaret sayarız benliğimize ve en önemlisi şehit kanıyla sulanmış ay yıldıza.
Benim anam da babam da biricik vatanımdır, beni yetiştirip büyüten odur. Bu yüzden onu korumak için her şeyi yapmak benim doğduğum andan beri ilk vazifemdir. Çünkü bilirim ki bana karşılıksız sevgi veren tek şey bir avuç toprak parçası ve gökteki ışıl ışıl parlayan ay yıldızdır. Onların istikbalini korumak biz genç neslin amaçlarının başında yer almalıdır. Çünkü şu dünyadan gidebileceğimiz başka bir vatan yok. Kanımızla, canımızla ve ruhumuzla biz buraya, bu topraklara aitiz. Tıpkı onun da bize ait olduğu gibi. Bilirim, hürriyetimizi korumaya çalışırken karşımıza elbet zorluklar çıkacaktır ve yolumuzdan tatlı yalanlarıyla bizi döndürmek isteyeceklerdir fakat unutma her ışığa giden yol karanlıktır ve her karanlığın sonunda mutlaka bizi bekleyen aydınlık bir güneş vardır. Biz ümidimizi kaybetsek dahi… Karanlık diye tehlikeleri fark etmezsin belki ama onlar hep oradadır seni yolundan döndürmek için. Durgun olduklarına bakma er ya da geç önemsemediğin o karanlık seni hapseder içine. Güneşe kavuştuğunda belki biraz gözlerin acır çünkü sen karanlığın o kandırıcı sessizliğine alışmışsındır ama unutma o güneş ki senin yolunu aydınlatmak için orada. Durma, yürümeye devam et.
Türk milleti, her durumda ve şartta; köklerini istiklal hasretinden alan azim ve cesaretiyle hürriyete ne kadar susamış ve hürriyeti korumak konusunda gözünün kara olduğunu her daim tarihin her karesinde tereddüt etmeksizin tüm dünyaya kanıtlamış olup bundan sonra da bu uğurda hiç korkmadan aynı tutumunu devam ettireceğine kimsenin şüphesi olmasın. Cengiz Han’dan, Metehan’a… Metehan’dan Selçuk’a… Selçuk’tan Ertuğrul’a… Ertuğrul’dan Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e… Bizim hürriyet sevdamız atalarımızdan gelir, nesillerimize aktarılır. Mevzu bahis vatanın bekası ise hiç bir şeyden korkmayız biz. Çünkü çok iyi bilir bizim dedelerimiz, ninelerimiz zulüm görmek nedir, merak ediyorsanız sorun İzmir’e, sorun Sakarya’ya! Benim dilim varmaz yaşananları anlatmaya. Anlatsınlar size kimdir Şahin Bey, Makbule Hanım’ın nasıl şehit düştüğünü, cesaretin imsali olan Sütçü İmam’ı, Kara Fatma’yı, Yörük Ali’yi ve daha nicelerini…
Mustafa Kemal Atatürk, karanlığın sakinliğine alışmış bir toplumu uyandırdı. Bizi güneşe götürmek için bir meşale yaktı, o sessizliğin aslında ölüm sessizliği olduğunun geç olsa da farkına varabildik sayesinde. Şayet o gelmeseydi o sakinlik, hürriyet için verdiğimiz mücadeleden daha gürültülü olacaktı. Şimdi sıra bizde. Aynı kararlılık ve mücadeleci ruhla daha da aydınlık geleceğe yürümek dileğiyle…