Erken Sessizlik

Karanlıkları aydınlığa siz dönüştüreceksiniz! Başımda yankılanan bu söz ile demir karyoladan ayağa fırladım. Demir parmaklıkların ardında geçirdiğim bilmem kaçıncı gün olmuştu. Ama bu söz; nereden, kimden duymuştum acaba? Artık kendimi tanımakta bile zorlanıyordum kimi zaman aynada üç kuruşluk sabunla yıkanmış, adi jiletle tıraşlanmış yüzüme dakikalarca bakar, ciğerlerimin acısı ya da koridordan gelen; gardiyanların ceplerinde taşıdıkları anahtar şırıltısı sayesinde kendime gelirdim. Zor geçmiyordu aslında hayat, bundan yıllar önce yiyecek ekmek bile bulamazken, devlet şimdilerde onlara itaat ettiğim için üç öğün karnımı doyuruyordu. Olsun, yine de bir parçam eksik, hissediyorum.

İşte sağ gözüme, verdikleri beyaz kutudaki ilacı damlattım, bugün uyku yok. Bu illet neydi ki tüm hükümlülere veriyorlardı? Acaba hepimiz bu pis yerde aynı hastalığı bedenlerimize mi sokmuştuk? Olamaz, öyle olsa buraya geldiğimde başlayan ciğer sızısı yan taraftaki uzun saçlı, çarpık bacaklı adamda da görülürdü. Oysa ki adamın nefes alışverişi benimkine hiç benzemiyordu.  Bir akşamüstü kollarından sürüyerek getirmişlerdi buraya, sağ gözünde; kanlanmış, ipek bir sargı sarılıydı. Yastığımın altındaki beze çok benziyordu, belki tüm mahkumlara aynı bezden veriliyordu.

Yemek arasında bana benzeyen üç beş adamın arasına sıkıştım, doğrusu burada birkaç ay geçiren herkes birbirine benzerdi. Gardiyanlar son günlerde koğuş aramalarını sıklaştırmıştı, yanımdaki kısmen benden genç, elmacık kemikleri belirgin çocuk bunun nedenini kendi koridorunda yatan bir adamın hücresinden tahta bir çubuk ile yemekhane kaşıklarının içine koyduğu kömür karası bir sıvı çıktığını söyledi. Adamın oracıkta boğazını kesip siyah sıvıyı hapishane müdürüne vermek üzere hücreden çıktılar dedi. Bu sırada içlerinden birisi tahta parçasını tutuşturarak koridorun ortasına fırlatmıştı. İştahla yemek yiyen adamlardan birisi siyah sıvının fare kanı olduğunu bir diğeri ise alkol olduğunu iddia ediyordu.

Rüyamda belli belirsiz şekiller görmeye başladım, bir beyaz dikdörtgenin üstüne tahta parçası ile hayatımda hiç görmediğime neredeyse emin olduğum şeyler yapıyordum. Neydi bunlar? Hafızamın derinliklerine inmeye çalıştım, evet seneler öncesinde üstümde yeşil bir paltoyla evimizin arka sokağındaki yeni yapılan tiyatro salonuna böyle şeyler yapıyordum.

Gecenin derin sessizliğinde paslanmış yataktan gıcırtılar eşliğinde kalktım. Rüyamda gördüğüm o ilginç eylemi gerçekleştirmek için gerekli şeyleri bulmam gerekiyordu. Bu sessiz ve dar hücrede elbette bulmak imkansızdı, yarın sabah kahvaltısında dağıtıcı olarak görevliydim. Sırada olan herkese kısaca rüyamı anlatacak ve bunun ne olduğunu bilenleri bulmaya çalışacaktım.

Sabah gardiyanlar parmaklıklara vurmadan kalktım. Soğuk suyla hızlıca yüzümü yıkadım, etrafı yamalı gömleğimi sırtıma geçirerek mutfak önlüğünü verecek olan başgardiyanı beklemeye koyuldum.  Gardiyan yavaş adımlarla koridora girdi:

-Hayırdır Pipe? Seni bu saatte kaldıran ne olabilir.

-Rüyalar Samuen, gece benim peşimi bırakmamaya kararlıydılar.

-Boşversene, yarın 4. kişi ziyaretinize gelecek, uzun zaman sonra et yemeği yaptırılıyor.

-Bu iyi haber işte Samuen, en azından etin nasıl bir şey olduğunu unutmayacağım.

-Merak etme dostum, senin için gelenlerden biriyle konuşup hastalığını anlatacağım. Yoksa burada çürüyüp gideceksin.

-Minnettar olurum Samuen.

-Şimdi seni bu pis yerden çıkaralım Pipe.

Samuenle buraya geldiğimden beri yakın arkadaştık, ne de olsa olay çıkarmayan tek tük adamlardan biri bendim. Kendisi mahkumlar arasında babacan tavırları ile bilinirdi fakat kuralları çiğneyen insanları bilinmeyen bir yere götürüp bir daha asla getirmemesi de bilinen bir gerçekti.

Kahvaltı vakti yaklaştıkça hasta ciğerlerimin sıkıştığını, nefes alışımın zorlaştığını hissediyordum. En son bu durumu yaşadığımda 4. kişinin ziyaretlerinden biriydi. Yanında adını tam olarak hatırlayamadığım bir cisim getirip kimi gardiyanlar ile bu şeyi dikdörtgen demirlerin içine sokmaya çalışmışlardı. Belki de şehrin ıssız sokaklarında bu değişik oyunun ne olduğunu öğrenmiştim, bundan emin olmak benim gibi hafızası boşalmış olan bir adam için çok güçtü. Sırada bekleyen onlarca insanın hepsi metal sesleri arasında ip gibi dizildiler. En önlerinde yaşça genç olduğunu tahmin ettiğim bir çocuk duruyordu. Kepçeyi zeytinlerin arasında gezdirirken kulağına yavaşça eğilip:

-Dostum daha önce duvarlara bir şeyler yapmış mıydın?

-Sen kafayı sıyırmışsın, daha güneş bile doğmadan bu aptalca şey aklına nereden geldi.

Sıradaki diye yavaşça seslendin. Sırada yan hücrede yatan pis adam vardı:

-Senin ellerin duvarla bir şey yaparken kirlendi mi?

-Bir zeytin daha alabilir miyim?

Tahmin etmeliydim, bu pis yaratık neyi bildiğini bile anlayamayan biriydi. Umudumun kırıldığını hissediyordum, bu havasız yerde insanlar unutamayacakları şeyleri bile unutmuştu. Vazgeçtiğimi kendime yedirememiştim, yavaşça son kalan tabildotu alıp gözü hala sargıda olan bir adamın yanına oturdum. Asla konuşmak istemiyordum, buradaki tüm insanlara nefretimi kusarcasına etrafıma bakındım. Hepsinden iliklerime varana kadar nefret ediyordum.

(Visited 155 times, 1 visits today)