Oğlansız evde duman tütmez, oğlan doğuran övünsün; kız doğuran dövünsün ve daha niceleri… Kadınlar olarak yüzyıllardır hor görülüp aşalandık toplum tarafından. Sanki başımızda bir erkek olmadan “kadın” olamadık. Çoğumuz bazı kalıpların içinde sıkışıp kaldı. Kimse bize o duvarları nasıl yıkmamız gerektiğini öğretmedi, çünkü beceremeyeceğimizi düşündüler. Nasıl olsa “adam” gibi yapamazdık. Biz de tek başımıza, kimseden destek dahi almadan “kadın” gibi yaptık.
Okula ilk başladığımız zamandan itibaren sayısız karşılaştırmaya maruz kaldık, hem kız çocuğu olarak hem de erkek çocuğu olarak. Anaokulunda renklere, ilkokulda sporlara, ortaokulda davranışlara ve lisede mesleklere cinsiyet verdiler ama her zaman zayıf olarak görülen şeyler biz kız çocuklarıyla bağdaştırıldı. Yetişkinler olarak güçlü olmayı genç kızlara öğretmeleri gerekirken onlar bizi daha çok muhtaç bırakmaya çalıştı karşı cinsiyete. Sözde narin görülen bizi korumaya çalışmışlar oysaki bizim korunmaya ihtiyacımız yoktu bilakis kendimizi nasıl koruyacağımızı öğrenmemiz gerekiyordu ayaklarını üzerinde durabilen bir birey olmak için. Bunun farkında olmayan büyükler, çocuklarının akıllarını kendi düşüncelerle doldurdu. Sonra da toplum olarak yavaş yavaş kadınların başarısını görmemeye başladık, her başarılı kadının arkasında bir erkek gölgesi aradık; kadınların da parlayabilen bir güneş olduğunu unuttuk.
Ünlü bilim insanlarına baktığınız zaman genellikle hep erkek olduğunu görürsünüz. Bunun nedeni kadın bilim insanlarına yeterince önem verilmemesidir. Mesela ilk Nobel ödülünü kalmış olan Marie Curie kendi ülkesinde eğitim bile alamadı çünkü o dönemlerde yaşadığı ülkede kız öğrenciler okula gidemiyordu, aşık olduğu bilim için ülkesini terk etti. Hayalleri ve amaçları uğruna sayısız ön yargıya karşı göğüs gerdi fakat tarihte iki tane Nobel ödülü alan tek kadın olmasına rağmen gazeteler, onun olağanüstü başarısını değil; özel hayatıyla ilgili konuları manşet yapmayı uygun gördü. Çünkü onların gözünde bir kadın bu kadar başarılı olamazdı ama o başarmıştı önüne çıkan tüm engellere rağmen.
Ne kadının ne de erkeğin birbiri üzerinde bir egemenliği yoktur fakat bazı insanların dar düşünceleri nedeniyle kadınların becerileri hep bastırıldı. Bir şeyleri başarmak için önce olumsuz düşüncelere karşı savaş verdi kadınlar. Ondan sonra ise sadece şanslılarsa kendilerini gösterme fırsatı buldular. Kadınları, erkeklere muhtaç eden kadının yaratılış şeklinden ziyade insanların değişmeyen düşünceleridir. Hemcinslerime şans verirsek neler yapabileceklerini çok iyi biliyoruz. Ada Lovelace, Jocelyn Bell Burnell, Rachel Carson bunun en güzel örnekleri. Hepsi adlarını tarihe bir erkek olmadan altın harflerle yazdırdılar fakat biz bu kafayla devam edersek daha çok Marie Curieleri kaybederiz.