Bir sabah okuldan eve dönerken her zamanki gibi en sevdiğim parka uğramaya karar verdim. Park, sabahın erken saatlerinde o kadar huzurluydu ki; kuşların cıvıltıları, ağaçların rüzgarla dans etmesi ve güneşin yavaşça yükselmesi her şeyi sakinleştiriyordu.
Kafamda bir sürü düşünce vardı ama doğanın huzuru beni yine de rahatlatıyordu. Parka adım attığımda, uzaktan birinin yaklaştığını fark ettim. O kişi hızla bana doğru geliyordu ve onu görünce kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Tanıdık bir siluetti ama o kadar uzun zaman geçmişti ki bir an kim olduğunu çıkaramadım. O kişi, yıllardır görmediğim eski dostum Ayşe’ydi. Geçen yaz tatilinde çok yakın arkadaş olmuştuk ve o kadar eğlenmiştik ki zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Ama bir süre sonra ailesi başka bir şehre taşındı ve o günden sonra ondan hiç haber alamadım. Ayşe’nin o tanıdık gülümsemesiyle bana doğru yürüdüğünü görünce içimde bir şeylerin yerine oturduğunu hissettim. Gözlerim hemen doldu ama ağlamamak için kendimi zor tuttum. Ayşe bana yaklaşırken gözleri parlıyordu ve beni görünce “Merhaba! Seni gördüğümde kalbim çırpınmaya başladı.” dedi. Gözlerindeki mutluluğu görünce ben de “Ayşe! Sen misin?” diye bağırarak koşmaya başladım. İkimiz de birbirimize sarıldık.
Bu sarılma, yıllar süren ayrılığın ardından beni o kadar mutlu etti ki o an zamanın durduğunu hissettim. Kalp atışlarımızı birbirimizde hissedebiliyorduk. Ayşe artık başka bir şehirde yaşamıyordu ama ailesi bu yaz tatili için buraya gelmişti. Bu, onun burada birkaç hafta kalacağı anlamına geliyordu ve bu fırsatı değerlendirmek için sabırsızlanıyordum…