Hayal kurmanın her zaman bir aldatma türü olduğuna inandım. Evet, mutlu eden bir aldanış; inanıştır hayal kurmak. Belki de korkulardan kaçmanın bir yoludur. Gözlerimi kapatıp başladım hayal etmeye, düşünmeye belki de var oluşa.
Ciğerlerime olabildiğince bir nefes çektim ve arkama yaslandım. Babamın okuma koltuğu ve yanımdaki ayaklı lamba ile bir bütün olmuştum. Kitaplar ve şiirlerle büyümüş bir çocuktum, şimdi ise kendimi hayalime kaptırmaktan korkuyorum. Sanki ben Nazım’dım. Ama hapishanede Piraye’m için yanıp tutuşurken onun bundan haberi yoktu. Melankolik bir adamım ben, iki duyguyu aynı anda yaşayamam. Benim için sadece siyah ya da beyaz vardır. Gri gibi kurşuni renkler yoktur.
Artık hayal kurmalıydım zincirlerimi kırdım. Başladım düşünmeye, korkusuzdum. Hayatımda iz bırakan şeyleri düşünmeye başladım. Acımasız değildim, birçok başarım vardı. En önemlisi çok güzel sevdim, sevildim. Her duyguyu doruklarda yaşardım ben. Gökyüzünü hayal ettim, bulutların şeklini düşünmeyi. Akşam zifiri karanlık çökünce eve koşarak gitmeyi, köşe başlarında sevdiğim kızı görmek için okuldan erken çıkmayı, yağmurun altında dans etmeyi, kitapçılarda saatlerce kendimi kaybetmeyi, uçsuz bucaksız düşünmeyi… Sonra duraksadım, “Ben kimim?” diye sordum kendime. Gözlerimi açmamalıydım, sadece kimdim ben? Ben, düşüncülerini paylaştı diye hapishanede ömrü geçen Nazım mıydım yoksa Sabahattin Ali miydim? Ben sorgulayıcı bir gençtim, her şeyi araştırdım okudum. Diğer insanların aksine hep okudum, körü körüne inanmadım. Sorguladım, sorguladım…
Şarkı takıldı dilime başladım mırıldanmaya, soğuk rutubetli duvarlardan sesimi duymaya başladım. Fark ettim ki hayallerim yeni değildi, imkansız da değildi. Ben sadece eski hayatımı özlemiştim, eskiden sahip olduğum şeyler sanki şu an avuçlarımın içinden benden izin almadan kayıp gitmişlerdi. Bana ise arkalarından seslenmek, bağırmak kaldı. “Geri gelin özlediğim, sevdiğim her şey…” Korkuyorum, çok yalnızım bu dört duvar arasında, kimsem yok.
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: “Lafı bile edilemez, mikroskopik bir zaman…”
Bana sorarsanız: “On senesi ömrümün…”
Bir kurşun kalemim vardı
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
Ben ise var olduğumu bile hissedemiyorum. Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım, hayal kurmuştum. Bu kadar üzüleceğimi düşünmemiş olsam da bana umut vermişti. Başımı kaldırdım. Sanki gökyüzünün maviliği hayallerimden taşıp bütün yüzüme bulaşmıştı. Dört duvardan kurtulmuş gibiydim. Ben kimim sorusunu artık cevaplayabilirim. Ben hayal kurarak sevdiği her şeye inanmaya karar veren adamdım. Çünkü bir insan bir aldanışı bu kadar sevebilirdi.