Doğumumuz öncesi başlayıp ölene kadar geçireceğimiz süreç boyunca yanımızda olan tek kişi kendimiziz. Bu cümleyi benmerkezci bir şekilde yorumlamaya gerek yok. En basit ve temel hayat gerçeklerinden biri yalnızca. Zaman ile birlikte insanlar hayatımıza girer ve yine zamanı takiben çıkarlar. Bu, kimi zaman kabullenmesi zor olsa da olgunlukla karşılanması gereken çok basit bir kuram. Tüm bunları göz ününde bulundurursak sahip olduğumuz en değerli şey yine kendi varlığımız.
Bu bağlamda varlık nedir sorusunu sormak kalıyor geriye. Oldukça basit görünen bu soru felsefecilerim yıllardır üzerine düşündüğü ve üzerine sayısız fikir ortaya attığı kompleks bir tema. Varlık kimine göre yoktur, kimine göre saçma bir konsepttir kimine göre can veren ana etmen… Listeyi uzatmak oldukça mümkün fakat ben varlığı “ bize ait her şey” olarak tanımlamak istiyorum. Her bir özelliğimiz, düşüncemiz ve detayımız bizim varlığımızı oluşturur. “Farklılıklarımızla varız” gibi klişe bir yere bağlaması çok kolay olan bu önerme aslında o kadar da gerçeklikten uzak değildir. Yaşadığımız her saniye boyunca kendi varlığımız ile beraberiz. Kafamızdaki düşüncelerin susmadığı her bir an bunu teyit edebilecek niteliktedir. Kulağa yalnız ve depresif gelen bir konsept olsa da insanın sahip olduğu tek gerçek de aslında budur. Bu bağlamda korumamız gereken en önemli şey kendi değerlerimizdir. Bizi biz yapan oluşumları tek tek değiştirmeye, köreltmeye ve hatta yok etmeye çalışmamız bizi yalnızca koca bir kimlik karmaşasına sokacaktır. Absurdist bir bakış açısıyla, insanın kendine yapacağı en büyük haksızlık bir başkası olmaya çalışmak olabilir. Hayatta hiçbir şeyin mantıklı ya da tutarlı olmadığı düşüncesini baz alırsak kendimizi başkalarına uydurarak hayatta anlam aramamız da bir o kadar absürttür. Bir başkası olmaya çalışmak, öz benliğimizi zedeler ve iç çatışmalara sebep olur. Kendi benliğimizden ve mutluluğumuzdan vazgeçeriz ve başka biri gibi davranarak, günlerimizi kendimize zindan ederiz. Kabullenilme, onay görme ve sevilme arzusuyla kendimizi değiştirme yönünde attığımız her adım kendimizi başkalarının gözünden görmeye çalışmakla sonlanır ve bu durum içimizde çok ciddi aşağılık kompleksleri oluşturabilir.
Aksine, kendimizi olduğumuz şekilde kabullenmek ve tanımak dış dünyayı da daha iyi tanımamıza yardımcı olur. Tamamı yalanlardan oluşan kişilikler içerisinde dürüst bir duruş sergilemek bize düşündüğümüzden daha geniş bir vizyon katacaktır.
Yine de, olayı sosyolojik açıdan ele aldığımızda kendini değiştirme arzusu içinde olan insanlarla empati yapmak kolaylaşacaktır. Bireyler, toplumsal normlara uymak adına kendilerini başkalarına uydurmaya çalışabilirler. Bu durum, zamanla bireysel kimliklerin kaybedilmesine ve toplumsal kimliklerinin dominant hale gelmesine neden olabilir. Böylece, insanlar kendilerine yapacakları en büyük haksızlığı yaparlar ve kendi bireysel özelliklerini, toplumun istediği şekilde değiştirmeye başlarlar. Bu doğrultuda anlaşılabilir gelen bu davranış yine en çok bireyin kendisine zarar verecektir.
Hepimizin şu dünyada kısıtlı bir zamanı olduğunu ve bu yolculuğun herkes için bambaşka bir deneyim olmasının herkesin en basit biçimde farklı varlıklar olmasına bağlı olduğunu unutmayıp içsel barışı sağlamak bize her zaman en sağlıklı gelecek şey olacaktır.