Güneş daha fazla uyumasını istemiyormuş gibi hafif hafif gözlerini okşamaya başlamıştı. Direnmedi ve gözlerini araladı. Gözünü odanın üzerinde gezdirirken takvimin 20 Haziran’ı gösterdiğini fark etti. 51 yaşına girmiş bir kadına göre neşesi yerinde bir insandı. Fakat aynada gördüğü yansımanın her geçen sene ruhunu daha da ezdiği kaçınılmaz bir gerçekti.
Çayını doldurdu. Soğuk hava tenini yavaş yavaş yalarken kapı çaldı. Kapıya kırmızı kadife bir kutu bırakılmıştı. Kutuyla birlikte balkona geri döndü. Çayı soğuduğundan homurdandı, ama kadife kutu dikkatini çekmişti bir kere. Kapağı açtığındaysa içindekilere bir anlam veremedi.
Kutudan ilk mandalina kabuklarını çıkardı. Bazıları karaydı kabukların. Gözleri bu yalnız sokağı izlerken gördüğü şey gençliği, burnu bu kuru ve soğuk havayı içine çekerken de duyumsadığı yanık kokusuyla karışık bir mandalina kokusuydu. Kafasını çevirip yıllardır kullanmadığı o sobaya bir göz attı. Sahi çok da severdi o sobayı. Ona ilk eşini hatırlatıyordu. Belki de bu yüzden sobayı tekrar kullanmanın ona ağır geldiğini düşündü.
Eline aldığı bir diğer şey ise sarı bir peçete olmuştu. Peçeteyi çevirdiğinde koca bir şarap lekesiyle karşılaştı. Kutuyu gönderenin eski bir arkadaşı olduğuna kanaat kılmıştı artık. Şarap en sevdiği içkiydi. Soğuk Ankara akşamlarında, sıcak arkadaş ortamlarında ve de her şeyin susmasını, sadece içindeki o şehvet dolu genç kadının konuşmasını dilediği anlarda yanında bir kadeh şarabı eksik bulundurmazdı. Uzun zamandır o kadını dinlemediğini fark edince kalktı, kendine bir bardak şarap koydu. Kadehten aldığı bir yudum gözlerini doldurmuştu. Anlayamadığı, adlandıramadığı birtakım düşünceler, hatıralar, yüzler kafasında dört dönmeye başlamıştı. Kabuğu yaşlı olan bu kadın kendini aniden çaresiz hissetmişti.
Kutuda geriye ısırılmış kırmızı bir elma ve de bir kağıt kalmıştı. Kağıdı ters çevirdi. Üzerinde Cemal Süreya’nın ‘Elma’ isimli şiiri vardı. Bir defterden koparılmış olduğu belliydi kağıdın. Bir dürtü ile yerinden kalktı ve kitaplığına gitti. Genç bir kızken yanından hiç eksik etmediği şiir defterini bir anda kurcalamaya başladı. Bunu yaparken ne düşündüğünü bilmiyordu. Eksik olan o sayfayı bulduğunda endişeli hissetti kendini. Bir anda hafızasına dolan anılarla kalakalmış kadının çaresizliği daha da arttı. Onu hatırladı. Elmayı hatırladı. Peçeteyi, mandalina kabuklarını, emziği… Ama en önemlisi kenarından bir ısırık alınıp bırakılmış o elma beyninin duvarlarında yankılandı.
Aynaya baktığında kendini yeniden güzel hissetti kadın. Genç, canlı ve dopdoluydu. Bir anı… 30 yıl öncesine dayanan, kısa fakat yoğun bir anı; içindeki şehvet dolu genç kızı uyandırdı ve onu dillendirdi. Bir söz vermişlerdi kendilerine o gece. Genç kız, taze bir gelinken o adama tutulmuştu. Kocası onun en yakın arkadaşıydı. Ancak eksik hissediyordu hala kendini. Hayatının öbür yarısına başlamadan, kendine mühür vurmadan son bir kez kendini tam hissetmek istedi. Tam da bu sırada adamla tanışmış, mezarına kadar götüreceği o geceyi yaşamıştı. Adam güzelliğiyle büyülenmiş bir şekilde onu izlerken dudaklarından ‘Elma’ şiiri dökülüyordu. Kadın yanındaki elmadan büyük bir ısırık aldı. ‘30 yıl sonra beni sokakta görsen, bana tekrardan böyle bakar mıydın?’ diye sordu adama. Şimdi aradan 30 yıl geçmişti ve adam hala unutmamıştı. Anıların ağırlığını omuzlarında hisseden kadın nefes almak için tekrar balkona çıktı. Derin derin soğuk havayı içine çekerken sokağında bir adamın oturduğunu fark etti. Adama uzun süre baktı. Sigarasını yerde söndürdükten sonra kafasını kaldırınca göz göze geldiler. Yılların acımasızca üzerinden geçtiği belliydi, fakat o çehreyi hala dün gibi hatırlıyordu. Adamın suratında bir tebessüm oluştu ve kadının balkonuna yaklaştı. Cebinden elmasını çıkarıp bir ısırık aldı ve kadına seslendi: Adımın bir harfini atıyorum!