El Baskısı

Hepimiz farkında olsak da olmasak da toplum baskısı altındayız aslında. Bu baskı giydiğimiz kıyafetle, gittiğimiz yerle, taktığımız takıyla, yediğimiz şeyle vb. birçok şeyle alakalı olabilir. Bazen biri bir şey der diye bir kıyafeti giymezken bazen yediğimiz yemeğin porsiyonunu bile ortama göre ayarlarız. ‘’Bu kıyafete bir şey derler mi? Bunu da yesem fazla mı yemiş olurum? Bu küpe fazla mı abartılı oldu?’’ şeklindeki sorularla içimizi küçük kurtlar kemirir durur. Bu toplum baskısı ve el alem ne der kaygısıyla yapamadığımız o kadar çok şey var ki…

Başkaları ne der korkusuyla kendi istediğimiz gibi yapamadığımız ilk şeyin düşüncelerimizi dile getirmek olduğunu düşünüyorum. Mesela bazı insanlar özellikle kalabalık ortamlarda fikirlerini dile getirmekten çok korkarlar, çekinirler. Fikirlerinden emin olmadıkları veya fikirleri kötü olduğu için değil. İnsanlardan alacakları tepkilerden korktukları için.

İkinci şey ise kendi zevklerimize göre giyinmek daha doğrusu giyinememek. ‘’Fazla mı açık oldu? Bunu giymem doğru olur mu? Fazla mı abartılı olmuş? Takı takmalı mıyım? Acaba oradakilerin giyimine uyum sağlayabilecek miyim?’’ bu tarz sorularla sadece kendimizi bunaltmakla kalmayıp aynı zamanda gideceğimiz yer için var olan heyecanımızı ve keyfimizi de kaçırırız.

Üçüncüsü ise toplu bir ortamda yediklerimiz. İnsanların tek derdi, sanki onun dışında her şey mükemmelmiş gibi, başkasının neyi ne kadar yediği olduğu için bazı toplu ortamlarda yemek yemek bile bir işkence haline gelebiliyor. Bazen fazla ama kendimize göre yeterli yememiz insanlar için sorun olurken bazen de az yememiz veya hiç yemememiz bir problem haline gelebiliyor. Bu sebeple bazen midemizin almadığı şeyleri toplum baskısıyla yemek zorunda kalabiliyoruz. Veya toplum baskısından ötürü karnımız doymadığı halde doymuş gibi yapmak zorunda kalabiliyoruz.

Aslında insanların birbirleri hakkında bu kadar konuşmalarının, bence, temel sebebi yetiştirilme tarzımızdaki farklılıklar. Eğer herkes aynı şartlar altında eşit olanaklarda büyüse, büyütülse belki de kimse birbirinin ne yaptığıyla bu kadar ilgilenmeyecek.

Kimi ebeveynler kendi ebeveynlerinin onları sıkmadığı, bunaltmadığı gibi onlar da kendi çocuklarını sıkmaz, bunaltmazlar. Ne yediklerine, ne giydiklerine, nereye nasıl gittiklerine bir süre sonra karışmayı keserler. Bu bireyler büyüdüklerinde insanlardan çok kendileriyle ilgilenen bireyler haline gelirler. Kimileri ise buna uzunca bir süre devam edip çocuklarının, aslında farkında bile olmadan, kişiliklerini ve hayata bakış açılarını etkilerler. Bir başka kesim ise doğduğu andan beri çocuğunu eleştirmeye odaklıdır. Hep en iyisi, en düzgünü kendi çocuğu olsun ister ve topluma fırsat bırakmadan ilk baskıyı kendisi çocuğunun üzerinde kurar. İşte bu bireyler ya hayatlarında çok başarılı olurlar ya da hayatlarının sonuna kadar eleştirilmeye mahkum olurlar.

Demeye çalıştığım insan genel olarak yetiştirilme tarzından, bazen zihniyetinden bazen de hasetliğinden ötürü çevresini eleştirir. Ve bu eleştiriyi siz bir başkasına, farkında olmadan bile olsa, bir başkası da size sürekli olarak yapmaya devam eder. Yıllardır değişmeyen ve yazılı olmayan bir kural gibidir bu durum. Ne yazık ki belirli bir çözümü de yoktur…

(Visited 76 times, 1 visits today)