Eksikliğe Terkedilmiş Yapboz


Uyanır, her sabah çiçekleriyle konuşurdu. O sabah, çiçekleri tek bir ses bile duymadı. Dışarıdan bakıldığında o evin o bahçesine ait olan çiçekler için gayet normal bir gündü. Güneş güne usul usul ışık tutuyor, belli belirsiz bulutlar etrafında dans ediyorlardı. Etrafı çiçek dolu evin perdeleri kapalıydı, sanki evin sahibi uzun süre dönmeyeceği bir tatile çıkmıştı. O gün kuşlar evin camına konmamaya karar vermiş, arılar çiçeklere küsmüş, postacı ziyarete gelmemişti. Zaman akıp gitmeye devam ederken ev hoşnut kaldığı bir noktaya yerleşmişti. Bir önceki günü aratan bir yaşam belirtisi, ayak sesleri, insan gülüşmeleri, bir zamanlar eve ait olan o ışıklardan mahrum bırakılmıştı sanki.
O evin komşuları gün içerisinde önünden geçtiler, günlük dedikodu saatleri için kapısını çalanlar sorgulayan bakışlarla bahçeyi terk ettiler. Normalde her gün mutfak camından yayılan mis gibi yemek kokularını duyamayanlar ara ara cama uğradılar; içeri seslendiler, aldıkları tek cevap sessizliğin mırıltılarıydı. Sabahın telaşlı gürültüsüne şikâyeti olan huysuz adam uyandırılmaya o kadar alışmıştı ki gürültünün olmamasına uyanmıştı. İçeride olması gereken bir şeylerin eksiği, dışarıya ve evin ait olduğu çevreye çok çabuk yansımıştı. O gün sıradan bir gün değildi. Çiçekler de bunun farkındaydı, ancak söyleyebilecekleri şarkıları dillendirebilecekleri ağza sahip değildiler ki!
Bir saat ikincisini kovalarken öğlen vakti çıkageldi, sabahın sakinliğine süpürge çekti. Kalan kırıntılar evin içindeydi. Evin önüne gelen çocuklar maça başladılar, her gördükleri yabancıyı çekiştirmeye çalışan teyzeler çekirdekleri ile banklara yerleştiler, bir gün önceki maç hakkında tartışan amcalar birer sandalye çekip oturdular. Hayat devam ediyordu adeta, kimse rutinlerinde benimsedikleri o evin dış görünüşünü etkilemiş o yaşamın nereye gittiğini sorgulamadı.
Güneşin veda etmesiyle başlayan o ferah akşamüstü saatlerinin yorgun gülümsemelerle selamlandığı o saatlerde, karşılarında bulunan evdeki eksikliği ilk fark eden, eve ait bahçenin çiçeklerinin sessiz ağlayışlarına kulak verenler ilk o dedikoducu teyzeler oldu. Ayağa kalktılar, gözleri eve dikili bir şekilde o bir şeyin yokluğunu sorguladılar. Beylerine seslendiler, tatmin edici cevaplar alamadılar. Alışılan o asude saatlerin huzurunu bozan olağanları dışındaki kıpırdanmalar bir dalga gibi tüm cinayet sahnesini dağıtmıştı. Çocuklar evin bahçesine doluşup etrafa bakındıklarında arkalarından gelen siren sesinin gürültüsü ile kenara çekildiler. Bir ambulans, 2 polis aracı eve yaklaştı.
Ay yeni doğmaya başlayıp mavi gökyüzünün üstüne kara battaniyesini çekerken sokak lambaları, araçlardan gelen kırmızı-mavi ışıklara uyandılar. Şimdi herkes farkındaydı, yaşadıkları bu gün, arkasından gelecek olan günlerin tamamından çalınmış bir yaşam enerjisinin ölümüne tanık olmuştu.
Polisler evin içine girdi, odaları tek tek aramaya başladılar. 2 dakikadan kısa bir süre içerisinde kaybolandan kalanları buldular. Yerde yatan, bu koca yapbozun eksik parçasının bir daha dönemeyeceği yerdi.

(Visited 49 times, 1 visits today)