İlk ve orta öğretimin zorunlu olduğu ülkemizde hedef mümkün olduğunca çok kişinin okur yazar olmasıdır. Ancak ülkemizin belirli köşelerinde eğitime ulaşmak diğer yerlere göre daha zordur. Çoğunlukla fiziksel koşulların sebep olduğu zoruklar olduğu gibi belli bölgelerdeki algılar da özellikle kız çocukları ve kadınların eğitime olan erişimini kısıtlamaktadır. Sadece ülkemizle de sınırlı kalmayan bu durum belli ülkelerinde de büyük oranda rastlanmaktadır. Peki bir insanın doğduğu coğrafya onun kader midir? Sadece yaşadığımız bölgenin bize sunduğu şartlara göre mi yaşayabiliriz?
Erkek ve kadın okur yazarlık oranları ele alındığında, en dengesiz dağılımların Kuzey Afrika, Batı ve Güney Asya ile Sahraaltı Afrika listede başı çekmektedir. Bu ülkelerin ortak yanlarından biri ise gelişmişlik düzeylerinin geride olduğudur. Az gelişmiş olan ülkelerde cinsiyet ayrımcılığı reddedilemez bir gerçektir. Bu durumun altında geçmişten günümüze gelen inanış bulunmaktadır. Bu inanışlara göre kadının sosyal hayattaki rollerinden biri okumak değildir. Erkek çocukları okutulurken kız çocukları evde kalıp işleriyle sorumlu tutulmulmuşur. Bu durum normalleşmiş, toplum tarafından kabul edilmiştir. Durumu kabullenmeye başlayan insanlar yeni nesilleri de bu şekilde yetiştirmiş ve bu kültürün bir parçası haline gelmiştir.
Günümüzde eşitlik ve mantıktan uzak bu algılar vakit geçtikçe kırılmaya başlamıştır. Eğitim anlamında insanlara eşit şartlar sağlanmaya çalışılsa da henüz bu algı tamamen yıkılamamıştır. Kültüre oturmuş bu algının yıkılmayasında, kendini dünyaya getirdiği faydalarlarla tanıtmış, bilime yaptığı katkılarla isimlerini tarih kitaplarına yazdırmış kadınlar büyük rol oynamıştır. Kim olduğu fark etmeksizin her insanın eğitime ulaşması gerektiği açık ve net bir şekilde gözler önüne serilmiştir. Bu imkanları sağlamak için de çeşitli kuruluş ve vakıflar elleriden geleni yapmıştır.
Günümüzde bu konuyla ilgili çalışmalar yapılıp algının kırılması için uğraşılsa da ne yazık ki bu durumun en büyük suçlusu olan cehalet bizim önümüzü kapamaya devam etmektedir. Her ne kadar bu konular ile ilgili çalışmalar yapılsa da kadının değer görmediği bir toplumda yetişen nesillere bu değişimi kabul ettirmek hiç de kolay olmamaktadır. İnsanların düşünce yapıları, hayata bakışları gibi öğretiler aile içinde başlamaktadır. Bir çocuk küçük yaşıdan beri mağruz kaldığı eşitsizliği normal kabul edip aksi için çabalamayı öğrenmekte zorluk yaşayacaktır. Biz her ne kadar farkınralık yaratıp, yanlış algıları kırsak bile nesillerce bu eşitsizlikte yetişen bir bölgenin bizim öğretilerimizi gerçekten anlayıp içten bir şekilde kabul edebilmelerini beklemek çok da mantıklı değildir. Bununla birlikte ne kdar uğraşılırsa uğraşılsın tüm bu oturmuş kültürün yıkılıp yerine doğruları öğretebilmemiz pek de mümkün değildir.
Bir isanın kişiliğinde ve yapıısnda en büyük etkiye sahip olan şey bireyin büyüdüğü çevredir. Yıllar boyunca cinsiyet adaletsizliği ile büyütülmüş, nesillerce sözde toplum kuralları enpoze edilmiş isnaların bu yeni sistemi kabul etmesi pek mümkün değildir. Çevre tarafından oluşturulan baskı insanların eğitime olan ulaşımını çok zorlaştıracaktır. Bu durum yakın zamanda düzeltilemeyeceği için bir bireyin doğduğu coğrafyanın onun kaderinde yüksek ölçüde etkilediği reddedilemez bir gerçektir.