Gökyüzü her zamankinden griydi. Rüzgar hafif esiyor, yaprakların arasında bir şarkı mırıldanıyordu. Ela, kasabanın hemen dışındaki o tepeye doğru yürüyordu. Elinde, annesinden kalan eski bir defter vardı. Bu defterde, annesinin hayal dünyasını şekillendiren şiirler, hikayeler ve küçük eskizler bulunuyordu. Bugün, annesinin en sevdiği yere veda etmeye gelmişti.
Tepede bir ağacın altına oturdu. Çevresinde sessizliği bozan tek şey, dalların arasındaki kuş cıvıltılarıydı. Defteri açtı ve annesinin yıllar önce yazdığı bir sayfaya rastladı. Sayfanın ortasında büyük harflerle bir cümle yazılıydı: “Eğer bir bulut olsaydım…”
Ela, o cümleyi okuduğunda gözleri doldu. Küçük bir kızken annesi ona hep, “Bulutlar özgürdür,” derdi. “Onlar nerede isterse orada gezerler, kimse onları tutamaz.” Şimdi o cümlenin ardındaki duyguyu daha iyi anlıyordu. Annesi de bu dünyada özgür olmak istemişti, yüklerinden kurtulmak, istediği yere süzülüp gitmek.
Ela gözlerini kapattı ve hayal kurmaya başladı. Eğer bir bulut olsaydı, o da annesinin izinden giderdi. Denizlerin üzerinden süzülür, dağların zirvelerine dokunurdu. Belki annesiyle buluşurdu gökyüzünde bir yerlerde. “Bulutlar asla yalnız değildir,” diye düşündü.
Gözlerini açtığında, gökyüzünde bir bulut belirmişti. Şekli, annesinin defterde çizdiği kuşa benziyordu. Hafifçe gülümsedi ve fısıldadı: “Eğer bir bulut olsaydım, seni bulurdum, anne.”
Rüzgar biraz daha hızlandı, sanki Ela’nın fısıldadıklarını duyurmak ister gibi. Ela defteri kapattı, ayağa kalktı ve tepeden aşağı yürümeye başladı. Gökyüzüne baktığında, bulutun güneşe doğru süzüldüğünü gördü. Annesi, sonsuzluğun içinde, bir yerlerde özgürdü.