Leyla’nın hayali, bulut olarak geçireceği bir günü başlatıyordu. Sabah ilk ışıklarla uyanmıştı, ama bir yatakta değil, bir dağın zirvesinde, incecik bir sis tabakasının arasında. Güneş, ufuktan yükselirken, ilk altın ışıklar onun gövdesini aydınlatmıştı. Hafif bir esintiyle, bir nehir gibi kıvrılan vadilere doğru sürükleniyordu.
Bulut olmanın bir diğer güzelliği, her an değişebilmekti. Bazen ince bir duman gibi zarif, bazen de fırtınadan önceki karanlık dev bir kütle misali kapkara… Leyla, bir anda kocaman bir pamuk şeker gibi görünüyordu; çocukların parmaklarıyla işaret ettiği bir hayal formuna dönüşüyordu. “Bak! Bir tavşana benziyor!” diye bağıran bir çocuğun sesi onun kulaklarında yankılandı. Yüzünde tatlı, masum bir tebessüm oluştu.Rüzgar, onu bir şehirden bir diğerine taşıdı. Dağların zirvelerinden uçsuz bucaksız okyanuslara kadar her yer onun yolculuğunun bir parçasıydı. Şimdi bir balıkçı köyünün üzerindeydi. Denizin tuzlu kokusuyla harmanlanmış hava, onun gövdesinden süzülerek balıkçıların yüzlerine çarpıyordu. Bir kadın, kocasıyla birlikte ağ çekiyordu. Kadının gözlerindeki o umut dolu bakışları kestirebiliyordu; belki de bu kez büyük bir balık yakalayacaklardı. Leyla, onlara birkaç damla yağmur göndermeyi düşündü; serinletici, yalnızca nazik birkaç damla…
Ama yağmur, sadece onun kararına bağlı değildi. Gökyüzü, kendi kurallarına göre işliyordu ve gayet de katıydı kuralları konsunda. Ve sonra, uzaklardan bir gök gürültüsü duyuldu. Hava ağırlaşmaya başlamıştı. Ayda, gri bir ton alarak büyüdü, şişti ve karardı. Fırtına yaklaşırken, içindeki elektriklenmeyi hissediyordu. “Eğer bir bulut olsaydım…” diye başlayan hayali, şimdi bir enerji patlamasına dönüşüyordu. Bir şimşek çaktı ve Leyla, gökyüzünü aydınlatan bir sanat eseri gibi hissetti kendini.
Fırtına, köyün üzerinden sert ve hızlı bir şekilde geçip gitmişti. Leyla, tekrar yumuşadı, sakinleşti. Artık hafif bir bulut kümesi olarak bir ormanın üzerinde süzülüyordu. Güneş yeniden yüzünü gösterdiğinde, içindeki su damlacıkları gökkuşağına dönüşmüştü. Leyla gökkuşağının renklerinde bir mutluluk, yaşama sevincini buldu. İnsanların yüzlerindeki hayranlık ifadesini hayranlık ile izledi. “Bir bulut olmak harika,” diye düşündü.
Gün sona ererken, Leyla’nın yolculuğu da ufak ufak bitmeye başlıyordu. Ufukta, güneş batarken altın ve turuncu tonlarla boyanan gökyüzüne karıştı. Ve o an fark etti: Bulut olmak, özgürlüğün tarifiydi ve inanılmazdı.Leyla, pencereden dışarı bakmayı bırakıp derin bir nefes aldı. Hayal dünyasından gerçekliğe dönerken gülümsedi. Belki bir bulut değildi, ama düş kurmak ve onları kendi hayalinde canlandırmak özgürlüğün en güzel yolu değil miydi zaten?