Edremit Efsanesi: Tepedeki Adam

Nedir benim bu şansım a dostlar? Uzun zaman sonra bir annemizi görelim dedik, onda da dedikodu kazanının ortasına düştük. Hatırlıyorum, ben ortaokula giderken de annem Emine teyzeyle Şaziye teyzeyi çağırırdı bazen. Öyle dedikodular dönerdi ki ortada, “Aşağı mahalledeki bakkalcı Hasan var ya, onun kızı okuldaki şiir yarışmasında birinci olmuş.” lardan tutun “Neriman’ın oğlan yine mezun olamadı!” lara kadar her bir şeyi konuşurlardı. Çok şükür ben hiçbir arıza çıkarmadan okulu bitirmiştim çünkü ufacık bir şey bile mahallede ışık hızında yayılırdı. Büyüyünce bunlardan kurtulurum sanmıştım ama yanılmışım, yine annemle biricik komşularının hararetli konuşmalarının arasında kalmıştım. Resmen tekrardan o küçük Oktay olmuştum onları dinlerken. O zamanlardan tek farkı artık insanların çocuklarıyla değil bizzat kendileriyle ilgileniyorlardı.

 

Yaklaşık yarım saat sonra ben de iyice kaptırmıştım kendimi. “Emine teyzeciğim daha ilginç şeylerin yok mu? Çok sıkıcı bunlar.” dedim. Emine teyzemde olmaz olur mu? Hemen bana doğru döndü. “Sen hiç Edremit efsanesini duydun mu bakayım?” diye sordu bana. “Balıkesir efsanesini mi diyorsun?” dedim gülerek. Yüzü düştü, “Balıkesir efsanesini anlatacak olsam Edremit mi derim? Onu herkes biliyor ama bu efsaneyi sadece burada, Edremit’de duyabilirsin.” dedi. “Bak öyle deyince merak ettim, anlat hadi.” dedim. Hemen moda girdi ve anlatmaya başladı.

 

” Şimdi iyi dinle. Bir zamanlar bir köyde işinin ehli bir çiftçi yaşarmış. Çok iyi bir adammış ama evi bir tepenin üstünde, herkesten ayrı bir yerdeymiş. Bunu babası istemiş. Babası da bilgisayarlarla ilgileniyormuş sanırım. Yani çok zeki biriymiş, o zamanlarda kolay kolay bilgisayarcı adam bulunmazmış. Neyse devam edelim, bir de onunla yaşayan bir arkadaşı varmış. Bir gün bu çiftçi evde arkadaşını beklerken dışarıdan bazı sesler duymuş ve eline tüfeğini almış. O saatlerde oralardan geçen iki köylü bir tüfek sesi duyduklarını ve çiftçinin ormanın kenarındaki evine koştuklarını söylemiş. Yanlarına gittiklerinde ise elinde tüfekle çiftçiyi ve yerde ölü bir şekilde yatan adamı görmüşler. Çiftçi onları görünce ‘Ben yapmadım, yapmadım. Hayır, ben yapmadım.’ diye sayıklamaya başlamış. Bu olaydan sonra çiftçinin delirdiğini düşünmüşler ve o günden sonra köylüler çiftçiden uzak durmuşlar.” Duraksadım. “Sence de biraz abartı değil mi Emine teyze?” dedim. Emine teyze tam bir şey diyecekken Şaziye teyze “Abartı falan değil, hatta gerçek bir olay bu. Bizim yan köyde olmuş, Fatma öyle söyledi.” diye araya girdi. “Aaa öyle miymiş gerçekten?” dedi Emine teyze şaşkınlıkla. Bense “Yok canım, olur mu öyle şey?” dedim inanmamış bir ses tonuyla. “Sen gazeteci değil misin, git araştır oğlum. Hem bundan iyi manşet mi olur? Dillerden düşmeyen Edremit efsanesi gerçek çıktı. Hem üstlerinin gözüne girmek istemiyor muydun? Al sana fırsat, kaçırma bence.” dedi annem. Haklıydı, bu çok iyi bir haber olurdu. Hay aklınla bin yaşa güzel annem…

 

“Teyzem sen şimdi bu çiftçiyi duymadığına emin misin, tepede yaşayan biri yok mu?” dedim ümitli bir şekilde. Ama teyze umutlarımı altüst etti. “Yok evladım, kim yaşasın tepede? Soğuk olur oralar.” Hayal kırıklığıyla teyzenin yanından ayrılırken bir kız arkamdan seslendi. “Ağabey, kimi ararsın?” Kıza döndüm ve biliyor olmasını umarak “Ben gazeteciyim de, şu tepelerden birinde bir adam yaşıyor mu biliyor musun?” dedim. Kız biraz düşündükten sonra “Evet evet, annem bahsederdi. Bir deli varmış sanırım, tepede tek başına yaşıyormuş.” dedi. Bir anda gözlerim parladı. “Oraya nasıl gidebilirim?” diye sordum kıza.

 

Kızın dediği gibi patikayı takip ediyordum ama karşıma hala bir ev çıkmamıştı. Sadece ağaçlar, çiçekler böcekler vardı. “Görünüşe göre fena kandırıldım.” diyordum ki bir baca gördüm. Biraz daha ilerlediğimde ise aradığım yeri bulduğumu anladım. Yavaşça çit kapıyı açarak içeri girdim. Evin önüne cephesine doğru ilerledim ancak gördüğüm şeyle duraksadım. Çiftçi verandada oturmuş boş boş bana bakıyordu. Küçük adımlarla adama yaklaştım. ” Merhaba efendim, nasılsınız?” diye sordum ne diyeceğimi bilemediğim için. Adam ” İyi iyi, çiftçi iyi, çok iyi hem.” diyerek tuhaf tuhaf sırıtmaya başladı. Evet, böylece delirmiş olduğunu doğrulamış olmuştuk. Dostça bir sesle ” Size bir şey sormak istiyorum izninizle,” diye söze başladım, “Acaba yalnız mı yaşıyorsunuz? Bir arkadaşı-” diyordum ki adam bir anda “Ben yapmadım. Vurmadım onu, hayır ben vurmadım onu. O şeydi, ben yapmadım, ben vurmadım…” diye bağırmaya başladı.

 

Adam bir anda bağırmaya başlayınca ne yapacağımı şaşırmıştım. Sakinleştirmeye çalıştım. “Evet siz değilsiniz, siz bir şey yapmadınız. O şey yaptı.” dedim neyden bahsettiğimi bile bilmeden. Adam biraz durduktan sonra “Evet, oydu. Ben yapmadım.” dedi. Ne yapacağımı düşünerek etrafa bakarken kulübenin köşesinde inanamayacağım bir şey gördüm. Bu bir kameraydı! Şu an aklımdaki tek soru bu kameranın ne zamandır burada olduğuydu. Adama dönerek “Bu kamera ne zamandır burada ve nereye bağlı?” dedim kamerayı göstererek. Adam kameraya baktı. ” Baba yaptı, evet baba yaptı. ‘İçerideki bilgisayara bağlı tamam mı oğlum?’ dedi. Tamam baba içerideki bilgisayar, babam içeri koydu, ‘İçeriye bağlı tamam mı oğlum?’, tamam baba içeri…” diye konuşmaya devam ederken ben cevabımı almıştım. Hızlıca içeri doğru koştum. Tozlu bir bilgisayar vardı, bilgisayarı açtım ve o anın görüntülerini aramaya başladım. ” Burada olmalılar, olmak zorunda…”

 

Dört adam vardı. Birisi yerde ölü yatıyor, diğerinde ise tüfek var. Kalan ikisinin dehşete kapıldıkları yüzlerinden okunuyor. Kaydı biraz geri sardım ve gördüğüm şey karşısında şaşakaldım, dudaklarımdansa tek bir kelime döküldü. “Kurt…”

(Visited 24 times, 1 visits today)