Sıra kim bilir ne zaman bana gelecekti, hastane mavisi dört duvar arasında sıkışıp kalmıştım. Randevu saatim çoktan gelip geçmiş ama önündeki defterden kafasını kaldırmayan sekreter dışında kimseler yoktu. Kitabımın kapağını açtım, beni başka dünyalara götürüp sıkıntımı alması umuduyla kelimelere sarıldım. Akıntının sürüklediği bir dal parçası gibi sürüklendim sayfalarda. Fakat kafamı kaldırıp o depresif duvara baktığımda,” puf! ” başa sardım, okuduğum hiçbir şey aklımda yer etmemişti. Sayfaları geri çevirdim, başladım en baştan okumaya.
Tekrar ve tekrar okudum sayfaları. Düşüncelere mi daldım, geri sar oku baştan hepsini. Zaman bir türlügeçmedi, ve ancak toplasan beş sayfa okumuştum. İnatçılığımı bir kenara koydum, vazgeçtim, okuma havamdadeğildim. Hem de hiç. Artık tamamen düşüncelerimle baş başaydım. Milyonlarca kelime, fikir, anı, plan, düşünce beynime akın ediyor, iç seslerimin çatışmaları fazla gelmeye başlamıştı. Dış dünyanın duvarda asılı duran saatin çıkardığı sinir bozucu tik tak sesi dışındaki bir morgu anımsatan sessizliğiyle içimdeki karmaşa bir araya geliyordu. Sessizlik arttıkça, saat tikledikçe iç seslerimin tartışması hararetleniyor, daha fazla düşünce aynı anda zihnimi ele geçiriyordu. Bunu kontrol edememek, ve nefret ettiğim her şey gibi bunun da isteğim dışında gerçekleşmesi beni deli ediyordu. Katlanmak zorundaydım.
Derken sanki Tanrı beni duydu ve masada tek kelime etmeden oturup not alan sekreter kadını gönderdi yardımıma. Yarım saat sonra ancak aklına gelmişti bir şeyler ikram etmek. Koyu bir kahve istedim, belki beni kendime getirir açar diye. Yine düşüncelerimle baş başa bıraktı beni köşedeki kapıdan geçip kahve hazırlamaya giden sarışın sekreter. Kabus gibi geçen bir on dakika sonunda kapının gıcırdamasıyla gerçek dünyaya döndüm. Yüzüme bile bakmadan getirdiği kahveyi önümdeki sehpaya bırakıp eski yerine döndü kadın. Kahvenin ise öngördüğümden çok daha farklı bir etkisi oldu.
Burası neresi? Ben burada oturmuş ne yapıyorum? Bu duvarları da kim boyamıştı bu iğrenç rutubetten sararmış soluk maviye? Karşımda deri bir koltukta masa başında oturan bu kadın da kim? Bir dakika… Asıl ben kimim? Daha da önemlisi neden varım? İşte bu soru beraberinde daha çok soru işareti getirdi. Ben hiç bir zaman olmak istemedim ki. Büyük ihtimalle olmasam her şey daha düzenli, herkes daha huzurlu olurdu ve bana katlanmak zorunda kalmazlardı. En önemlisi de ben rahat olurdum, kaç yaşında olursam olayım kimse karışmaz, hayatımı nasıl yaşayacağımı söylemeye çalışmaz, beni işe yaramaz hissettirmezdi. Diğer yandan hiçbir şey içimi kıpır kıpır yapmaz, çikolatanın dilimde bıraktığı o eşsiz tadı alamaz, mutluluktan uçurmaz ve bu tutarsız duyguları hissedemezdim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşlukta olmazdım. Yalnızca karanlık. Edebi sessizlik. Mutlak hissizlik.
-Barış Bey ?
Gelen sesle düşüncelerimden sıyrıldım.
-Geliyorum!