Günümüz sinema ve televizyon dünyasında gittikçe yaygınlaşan bir uygulama olan; edebi eserleri dizi veya film senaryolarına uyarlamanın ülkemizde de sık sık karşımıza çıktığını görebilirsiniz. Aslında televizyon dizilerinde pek sık gözümüze çarpmayan bu uygulama, sinema perdesiyle çok öncesinde buluşmuştur. Peyami Safa’nın kitaplarından uyarlanan “Cingöz Recai” ilk olarak 1954 yılında Metin Erksan tarafından yönetilmiş ve Türk edebiyatında polisiye türünü en önemli örneklerinden biri olmuştur. Daha bilindik bir film serisi olan “Hababam Sınıfı” da Rıfat Ilgaz’ın öykülerinden uyarlanmış ve ilk filminin çıktığı 1975 senesinden bu yana güldürü türünün öncüsü olmuştur.
Her ne kadar sayı olarak film uyarlamalarının gerisinde kalsa da, dizi uyarlamalarının etkisi de yadsınamayacak kadar büyüktür. Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” romanı en çok uyarlanan eserlerdendin. Farklı dönemlerde tekrar tekrar dizisi çekilen bu roman şüphesiz pek çoğumuzu derinden etkilemiştir. Yine Reşat Nuri’nin kaleminden uyarlanan “Dudaktan Kalbe” ve “Yaprak Dökümü” , Halit Ziya Uşaklıgil’in “Aşk-ı Memnu” romanının uyarlaması, Orhan Kemal’in romanından uyarlanan “Hanımın Çiftliği” gibi iz bırakan dizilerle televizyonlarımızda karşılaşmışızdır.
Bu denli etkileyici ürünler ortaya koyulmuşken edebi eser uyarlama yöntemini kötülemek veya basite indirgemek pek tabii yanlış olur. Her ne kadar neredeyse hazır bir senaryo olduğunu varsaysak da, bu tarz bir uygulamada yönetmenden başlayarak oyunculara, giyim ekibine, sahne tasarımcılarına, hatta senaristlere bile çok büyük görevler düşer. Çünkü eserin okuyucularını ve yazarı hayal kırıklığına uğratmama gibi sorumlulukları vardır. Eserin geçtiği dönemin özellikleri çok iyi yansıtılmalıdır ki seyirci olay akışının mantığını kavrayabilsin. Oyuncuların karakterleri özümsemesi, kostümlerin iyi seçilmesi ve ortamların uygun dizayn edilmesi bunun için önemlidir. Yönetmenin ise çalışırken olaylara yazarın gözünden bakabilmesi ve romanın akışında olmaza olmaz sahneleri filme aktarması gerekir. Belki de en basit işin verildiğini düşündüğümüz senarist ise en çok baskı altında kalan olabilir. Çünkü kitabın akışını fazla değiştirmeden; izlemeden önce de olayları bilen okuyucuları yine de merakta bırakıp, ekrana bağlaması gerekir. Çok ince bir çizgi üzerindedir çünkü biraz fazla değişiklik yapsa uyarlamanın bütün mantığını ortadan kaldırır ve biraz az değişiklik yapsa ortaya seyirci için sıkıcı bir eser koyma tehtidi ile karşı karşıyadır.
Ayrıca bu ürünlerin sebep olduğu sıkıntılardan biri de, özellikle dizilerde, seyirci kitlesi çok geniş olduğu için eseri ailecek izlenebilecek şekilde ortaya koymaktır. Çünkü öncelikle çocuklar olmak üzere izleyicileri kötü etkileyebilecek şiddet ögelerine özellikle biraz daha eski romanlarda rastlayabiliriz. Bunun için eseri psikolojik açıdan olabilecek en hasarsız biçimde kameraya almak kritiktir. Yani aslında genel olarak edebi eser uyarlamanın, sıfırdan başlamaktan daha güç olacağı söylenebilir çünkü kaygı çok fazladır. Hal böyle olunca başarısız görülen çok fazla eserle karşılaşabiliriz.
Bütün bunlar göze alındığında, bin bir türlü güçlükle mücadele edip; Türk televizyonu ve sineması için alın değerinde eserler ortaya koyan sanatçılara daha da bir hayranlıkla bakmamak mümkün mü?